Ayse Fusun Gonul
8 Haziran 2015 Pazartesi
KADINLARIN TEMSİLİ : 2015 seçimlerine göre Parlamentoda 96 kadın vekil yer alacak. 2011 seçimlerinde 79 kadın vekil seçilmişti. Kadın temsil oranının % 14.5' dan % 17.5'a çıkması olumlu gözükebilir ama yetmez. AKP'nin TBMM'ye gönderdiği 254 vekilden 41'i kadın ( % 16 .5), CHP'nin 132 vekilinden 20'si kadın ( % 15.5 ), MHP' nin 82 vekilinden 4'ü kadın ( % 0.5 ), HDP'nin 82 vekilinden 31'i kadın ( % 38 ). Rakamlara bakınca Birleşmiş Milletler'in toplumsal cinsiyet eşitliğinde kritik eşik standardını ( bir grubun temsil edilebilmesi için belirlenen % 33 limiti ) bir tek HDP geçmiş gözüküyor. Bu tablonun diğer tüm partilere kadın siyaseti üretiminde yeni bir vizyon geliştirmeleri için ibret olmasını diliyorum. Eş başkanlık sistemini diğer partilerin, HDP'nin icadı gibi görüp uygulamaktan korkmalarına gerek olmadığını zaman gösterecektir diye düşünüyorum.
26 Ocak 2015 Pazartesi
MAKALELER
Ayşe Füsun Gönül
afusun@gmail.com
Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi
& Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Mezunu
afusun@gmail.com
Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi
& Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Mezunu
ÇİNGENELER İÇİN UYGULANMAYAN HOŞGÖRÜ VE DEMOKRASİ (ÇİNGENELER: ÖTEKİLER)
ÖZET: Makalemizde, insan haklarının uluslar arası kuruluşlar nezdinde güvence altına alındığı yüzyılımızda dahi küçümsenen, hakları korunmayan ve buçuk millet sayılan Çingene’ lere karşı yapılan ayrımcılığa dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Makalenin girişinde , Çingene’lerin tarihi gözden geçirilmiş, dünyada ve ülkemizde Çingene’lerin statüsü değerlendirilmiştir. II.Dünya Savaşı’nda uğradıkları soykırım ve bu soykırımı yazacak tarihçilerinin ve tanıtımını yapacak sinemacılarının olmaması nedeniyle, parçalanmalarının ( porajmos ) gözden kaçmasına dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Türkiye’de yaşayan Çingene’lerin karşılaştıkları insan hakları ihlalleri incelenirken, dilimize yerleşmiş : (( Çingene düğünü ( düzensiz, gürültülü patırtılı toplantı ) , Çingene kavgası ( önemsiz bir tartışmayla başlayıp konu değiştire değiştire büyüyen, bayağı laflar ve yakası açılmadık küfürlerle dolu kavga ), Çingene maşası ( aşağılanan, çirkin, kara kuru kişi ) , Çingene düğünü ( düzensiz, gürültülü patırtılı toplantı ) , Çingene parası ( bozuk para, ufaklık ) , Çingeneye beylik vermişler, önce babasını asmış ( ne oldum delisi soysuz kişi, eline yetki geçince en yakınlarına kötülük yapmakla işe başlar) gibi aşağılayıcı deyimler, tanımlamalar hatırlatılmıştır. Çingene’lerin günlük yaşamlarına dair tesbitlerin yapıldığı saha araştırmaları incelenmiş ve yaşadıkları insan hakları ihlallerine dair yaşanmış olaylara, i- Çingene’lerin yerleşim ve barınma hakkı, ii- Çingene gruplara karşı şiddet, iii- Çingenelerin eğitimden dışlanması, iv- Çingenelerin işsizlik sorunu, v- Sağlık ve sosyal güvenlik sisteminde yaşanan ayrımcılık üst başlıklarıyla yer verilmiştir. Çingene’liğin bir kültür olduğu ve yaşam felsefeleri ile insanlığa, çevreye, dünyaya zarar vermedikleri, barışçı ve sanatçı kimlikler taşıdıkları değerlendirmesinde bulunulmuştur.
Anahtar kelimeler : Çingene, insan hakları, hoşgörü, demokrasi, sanat, neşe, barış
Dilimizde bir tabir vardır. Bir konunun çok fazla sayıda kimliği kapsadığını anlatmak istediğimizde ’yetmiş iki buçuk millet’ deriz. Bu tabiri kullanırken buradaki buçuk milletin kimlerden oluştuğunu, kaç kişi aklına getirir bilinmez ama buçuk millet maalesef ‘çingenelerdir.’ Bu "buçuk" tanımlamasında bir şovenizm vardır.(1)
Kimliklerini tam saymayıp, aşağıladığımız Çingeneler, yazılı kayıtlara göre XI. yüzyılda Hindistan’ın kuzeyinden, Anadolu’ya ve Avrupa’ya göç etmişlerdir. Özgür ruhlu bu insanlar, gittikleri her yerde fena muameleye maruz kalmışlar, dinsiz, uğursuz, hırsız, pis olmakla suçlanmış ve aşağılanmışlardır. Çingenelik aslında bir yaşam felsefesidir ve felsefenin temeli neşeye, şarkı söylemeye, dans etmeye ve özgürlüklerini doyasıya yaşamaya dayanır.
Londra’da toplanan Dünya Çingeneler Kongresi’nde, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sında toplama kamplarında ve tüm Avrupa’da öldürülen Çingeneler için ‘Djelem Djelem’ şarkısı milli marş olarak kabul edilmiştir. Bu şarkının marşa benzemediği ve neden bir şarkının seçildiği sorusuna Çingeneler, ‘ Biz uygun adım yürümeye alışık insanlar değiliz, hep hür yaşadık ve hür yaşayacağız. Özgürlük ve müzik bizim kanımızda var.’ cevabını vermişlerdir.( 2 )
Verilen cevapta Çingene’lerin yaşam felsefesi yatmaktadır, aynı zamanda mesaj anti militarist bir ruh da içermektedir. Yaşam felsefelerini, özgürlük, mutluluk ve barış üzerine kurmuş olan Çingeneler, neden yüzlerce yıldır kültürlerini yerleşik düzen toplumlarına kabul ettirememişlerdir ve hor görülmüşlerdir? Neden ötekileştirilmişlerdir? Neden XXI. yüzyılda hâla insan hakları çerçevesinde, demokrasi ve hoşgörü kapsamına alınmamaktadırlar?
Makale boyunca, dünyada ve Türkiye’de Çingenelere yapılan haksızlıklara dikkat çekilmeye çalışılacaktır. Alıntı yapılan kaynaklara göre kimi yerde Çingene kimi yerde de Roman kelimesi kullanılacaktır. Öncelikle Çingenelerin tarihine göz atmakta fayda vardır. Makalenin girişinde de değinildiği gibi, 1050 civarında Hindistan’ın kuzeyinden göç edip, İran ve Anadolu üzerinden dünyaya yayılan bir Hint-Avrupa halkıdır. Çingenelerin Hindistan'dan göçleri sürecinde , iki kola ayrıldıkları belirtilir. İlk kol, kuzeye yönelmiş, Kafkaslar, Karadeniz, Orta Avrupa, Balkanlar hattını izlemiştir. İkinci kol, Güneydoğu Anadolu, Irak, Suriye, Filistin, Mısır hattını takip etmiştir. Norveç’te, XI.yüzyıldan kalma kemiklerde Roman’ların DNA’larına rastlanmıştır. Bu bireylerin, Vikingler’in Doğu Akdeniz’den köle olarak getirdikleri Roman’ler oldukları tahmin edilmektedir. ( 3 ) 14 yy.da Roman’ler Balkanlar’a , 15.yy.da Almanya, Fransa, İtalya , İspanya, Portekiz’e, 16.yy.da Rusya Danimarka, İskoçya ve İsveç’e ulaşmışlardır. ( 4 ) Geçtikleri hemen her yerde topluluğun bir bölümü kalmıştır. Nereden geçerlerse geçsinler, nereye yerleşirlerse yerleşsinler maruz kaldıkları tüm kötü muameleye karşın kültürlerini aynen muhafaza etmişlerdir.
İlk kez 1505’te İrlanda’da, 1514’te İngiltere’de nüfus kayıtlarına geçirilmişlerdir. Roman’ların göçebe yaşamları yerleşik toplumlarınkinden çok farklıdır. Bu yüzden çoğu zaman yerel halk tarafından, hırsızlık, büyücülük, çocuk kaçırma gibi eylemlerle suçlanmışlardır. 1545’te Augsburg Meclisi , bir Çingene öldürenin katil sayılmayacağını ilan etmiştir ancak Çingene’lere yönelik seri cinayetler artınca, kadın ve çocuk Çingene’lerin öldürülmesi yasaklanmıştır . Bohemya Krallığı’nda ise Çingene’lerin sağ kulaklarını kesme zorunlulukları vardır. (5) Hemen hemen hiçbir yerde istenmeyen Roman’lar, birçok ülkeden sürülmelerine karşın, bir süre sonra memleketlerine geri dönmeyi başarmışlardır.
1758’de Avusturya’da Romanlar’a bir asimilasyon programı başlatılır. Hükümet çadırların yerine kalıcı barakalar yaptırır, Roman’lara seyahati yasaklar ve Roman çocuklarını, Roman olmayanlar tarafından büyütülmek üzere ailelerinden zorla alır. 1830’da Almanya’da da Roman çocuklar, Alman’lar tarafından yetiştirilmek üzere ailelerinden alınırlar. ( 6 )
1899’da Alman İmparatorluğu, ilk kez tüm Roman’ları kayıt altına almak için ‘Çingene İstihbarat Servisi’ni ‘ kurmuştur. Sinir hastalıkları doktoru ve saf ırk uzmanı Robert Ritter melez Çingeneleri kriminoloji ve asosyallik için olağanüstü bir malzeme olarak görmüş ve Roman’ların kısırlaştırılmalarını sorunun çözümü olarak önermiştir.
1919’da Bulgaristan’da yaşayan Roman’lar, oy verme haklarını kullanamamalarını protesto etmek için bir konferans düzenlemişlerdir. ( 7 )
II.Dünya Savaşı’nda ise Yahudi’ler gibi Roman’lar da, Alman’lar tarafından büyük bir kıyıma uğratılırlar. 16 Aralık 1942'de SS şefi Heinrich Himmer tarafından çıkartılan kararda 'çingenelerin topyekün imhası' emredilir. Sayıları 800.000 ile 1.000.000 arasında olduğu tahmin edilen Roman’lar, çoluk çocuk aşağı ırktan oldukları gerekçesiyle Macaristan, Polonya ve Çekoslovakya’daki Nazi kamplarında yok edilirler ve bu soykırım, Roman halkı tarafından porajmos ‘parçalanmak’ olarak adlandırılmıştır . (8) Çingene’ler aynı zamanda 'tıbbi deneylerde kobay' olarak da kullanılmıştır. Naziler yalnız çingeneleri değil, üç kuşak ötesine kadar soyunda 'çingene' kanı taşıyanları da imha etmişlerdir. Ancak Roman’ların, yaşadıkları zulmü anlatacak tarihçileri, sinemacıları , güçlü lobileri ne yazık ki olmamıştır ve yaşadıkları katliamlar tarihin sayfalarında kaybolup gitmiştir. ( 9 )
II. Dünya Savaşı sonrası, Komünist merkez ve doğu Avrupa’da Roman’lar asimilasyona tâbi tutulmuşlar ve kültürel özgürlükleri kısıtlanmıştır. Bulgaristan’da, Roman lisanı ve Roman müziği kamuda yasaklanmıştır. Slovakya’dan, Macaristan’dan ve Romanya’dan onbinlerce Roman, Çek topraklarının sınırlarına yerleştirilmiş ve göçebe yaşam tarzları yasaklanmıştır ve statüleri aşağı sayılmıştır. Roman kadınları, nüfuslarını azaltmayı hedefleyen devlet politikasının gereği olarak kısırlaştırılmıştır. (10) 1990’ların başında Almanya, onbinlerce göçmeni Doğu Avrupa’ya sürgüne göndermiştir. Gönderilen göçmenlerin yüzde altmışı Roman’dır.
TÜRKİYE’DEKİ ÇİNGENELERİN KARŞILAŞTIKLARI HAK İHLALLERİ
Türkiye’de Çingeneler 1920’ler ve 1930’lardaki mübadeleler sırasında atalarına ‘daha güvenli bir mekan sunan’ Cumhuriyet’in vatandaşları olduklarını ve devlete olan sadakatlerini sıklıkla dile getirirler. Çingeneler için Türk devleti ile özdeşleşmek kimliklerinin en önemli parçası olsa da gerçekleştirilen saha araştırması boyunca ( 11 ) görüşülen kişilerin büyük bir çoğunluğu, ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini, Anayasa’nın garanti altına aldığı pek çok haktan çoğu zaman yararlanamadıklarını ve aşağılayıcı koşullar altında yaşamak zorunda kaldıklarını belirtmişlerdir.
Türkiye’de etnik azınlıklara ilişkin resmi veriler kaydedilmediğinden, Türkiye’de yaşayan Çingenelerin (Romanlar, Domlar, Lomlar ve Göçebeler) sayısı halen tartışma konusudur. 1960’ların ortalarından beri, nüfus sayımlarında etnik kökene ilişkin soru bulunmamaktadır ve etnik nüfusa ilişkin sağlıklı sonuçlara ulaşılamamaktadır. Türkiye’li Çingene gruplarının sayısı üstüne akademik araştırmalar sınırlı ve oldukça yenidir. Türkiye’nin yedi bölgesindeki şehirleri kapsayan ERRC/ hYd/ EDROM araştırmasında görev alan araştırmacılar, bu sayının 4,5–5 milyon olduğunu tahmin etmektedir. Topluma dâhil etme sürecinin bir parçası olarak, Romanlarla Roman olmayanların durumlarını eğitim, istihdam, barınma, sağlık, sosyal hizmetler ve adalete erişim gibi alanlarda karşılaştıran istatistiki veri eksikliği giderilmelidir.
Avrupa Çingene’leriyle kültür, dil ve ekonomik özellikler paylaşan bir grup olan Türkiye Roman’ları arasında, çoğu meslekleriyle tanımlanan birçok alt-grup ( sepetçiler, kalaycılar, bohçacılar, hamamcılar, hamallar, arabacılar vb) mevcuttur.
Romanlar arasındaki sınıf sisteminde, müzisyenler ( İsveç ve Birleşik Krallık gibi diğer ülkelerin aksine ) çoğunlukla elit kesimdir.
Çoğu Sünni Müslümandır, ancak özellikle ülkenin doğu kentlerinde ve İstanbul’un varoşlarında yaşayan göçmen ya da yerleşik pek çok Alevi Roman vardır. Çoğunlukla belirli mahallelerde otururlar, sosyal ve ekonomik açıdan ayrımcılığa maruz kalırlar ve Türkiye toplumunun genelinden ayrılmış durumdadırlar.
Türkiye’de Çingenelere ilişkin algının ne kadar aşağılayıcı olduğu yerleşik deyimlerden de anlaşılabilmektedir. Dictionnaire Larousee’ da, (12 ) Çingene kelimesini açıklayan aşağılayıcı tanımlamalardan bazıları şöyledir:
Çingene: açgözlü, arsızca, yüzsüzce davranan kişi
Çingene çergesi: Derme çatma pis yer
Çingene düğünü: Düzensiz, gürültülü patırtılı toplantı
Çingene kavgası: Önemsiz bir tartışmayla başlayıp konu değiştire değiştire büyüyen, bayağı laflar ve yakası açılmadık küfürlerle dolu kavga
Çingene maşası: Aşağılanan, çirkin, kara kuru kişi
Çingene parası: Bozuk para, ufaklık
Çingeneye beylik vermişler, önce babasını asmış : Ne oldum delisi soysuz kişi, eline yetki geçince en yakınlarına kötülük yapmakla işe başlar.
Çingene ciğer pişirir, yemeden karnını şişirir: Yemeği bitmesin diye yemeden doyduğunu söyleyecek kadar cimri olan kişiyi betimlemek için kullanılan bu atasözü, Romanları cimrilik ve görgüsüzlükle özdeşleştirir.
Çingene çergesinde musandıra ne arar: Yoksul kimseden ne beklenir ki, anlamındadır.
Çingene’den çoban olmaz, Yahudi’den pehlivan: Çingene dürüst ve Yahudi cesur olmadığı için bunlar, sırasıyla, çoban ve pehlivan olamazlar.
Çingen hesabı yapmak: Önemsiz, ufak şeyleri hesap etmek.
Çingen çalar Kürt oynar: Uyumsuz ve karışık yer veya durumu ifade etmek için kullanılır.
Yukarıda hatırlatılan deyimler, dilimize yerleşmiş, hepimizin farkında olmadan kullandığı aşağılayıcı tanımlamalardır ve maalesef ırkçılık dil ile güçlenir.
Türkiye’de yaşayan Çingene’lerin karşılaştıkları hak ihlalleri aşağıdaki alt başlıklarda görülmektedir . (( Avrupa Roman Hakları Merkezi ( ERRC ), Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd) ve Edirne Roman Derneği ( EDROM ) tarafından gerçekleştirilen saha araştırması: ( Temmuz.2006- Ocak.2008 ))
1- Çingene gruplara yerleşim ve barınma hakkı konusunda ayrımcılık:
Türkiye’de farklı illerde yaşayan Çingeneler, barınma konusunda ayrımcılığa uğradıklarını belirtmişlerdir. Roman olmayan vatandaşların, Roman’ları mahalleden uzaklaştırmaya çalıştıkları örneklere rastlanmaktadır. Diyarbakır’ın Hançepek Mahallesi’nde yaşayanlar, 2000 kadar imza toplayarak Çingene’lerin mahalleden gönderilmesini talep eden bir dilekçeyi muhtara teslim etmişlerdir ancak muhtar imza verenleri desteklemeyi reddetmiştir.
Avrupa Parlamentosu’nun Roman’larla ilgili kararı , AB üyesi ülkelere ‘gettolaşmaya ve iskân konusunda ayrımcı uygulamalara son vermek ve Roman’lara, alternatif sağlıklı evler bulabilmeleri için destek olmak ‘ çağrısında bulunmuştur. Türkiye, Çingene grupların iskân konusundaki sorunlarına eğilirken ilgili tavsiyeleri de dikkate almalıdır.
2- Çingene gruplara karşı şiddet: Çingene vatandaşların en önemli şikayeti, güvenlik kuvvetlerinin kendilerini potansiyel suçlu olarak görmeleri, önyargılı davranmalarıdır. Ellili yaşlarının ortasında bir Dom Çingenesi olan Y.K araştırmacılara polis şiddeti ve keyfi göz altılarla ilgili olarak Diyarbakır’da gerçekleşmiş bir olayı anlatmıştır : Olay , surların içindeki kuyumcu dükkanları ve atölyelerin olduğu yerde gerçekleşmiştir. Hırsızlık olunca, polis hatırı sayılı bir Dom nüfusa sahip Hançepek Mahallesi’nin etrafını sarmış ve tüm erkekleri gözaltına almıştır. Yedi ya da sekiz saat sonra hepsi serbest bırakılmış, aralarından sadece Y.K dokuz gün boyunca bir açıklama yapılmaksızın gözaltında tutulmuştur. Bu süre zarfında, soğuk tazyikli suyla ıslatılma, dayak ve bileklerinden hücre duvarına kolları arkasında olduğu halde asılmak suretiyle işkence görmüştür. Onuncu gün, akrabalarının kendisini beklemekte olduğu sokağa atılmıştır. Y.K. bu sürecin herhangi bir anında kendisine bilgi verilmediğini, avukatla görüşme hakkı tanınmadığını ve hiçbir tıbbi muayenenin de yapılmadığını belirtmiştir. Y.K.’nın ifadesine göre çalınan altın, Dom olmayan hırsızlarca götürüldüğü İzmir’ de, sonradan ele geçirilmiştir. Gördüğü işkence ile ilgili şikayette bulunmaktan korkan Y.K. Dom’ların devletten ve çevredekilerden önyargılı ve ırkçı muamele gördüklerine inanmaktadır.
İstanbul Kuştepe’de yaşayan C.B otobanın üzerinde çiçek satmakta iken motosikletli bir polisin bağırarak müdahale etmesi üzerine bulunduğu yeri terk etmeye çalışınca, polis memuru motosikletini üzerine sürmüştür. Bir sağlık ocağına götürülen C.B. yaralı olmasına rağmen sağlıklı olduğu yönünde bir rapor düzenlendikten sonra, gözaltına alınmış ve karakolda polis tarafından dövülmüştür. O gece ancak 01.00 sularında ailesine nerede olduğu bildirilmiş ve sabah saat 05.00 civarında, polis tarafından uyarılınca kaçmaya çalıştığı ve aranmakta olan başka bir sokak satıcısıyla karıştırıldığı dışında başka bir açıklama yapılmadan babasına teslim edilmiştir. C.B gözaltından çıktıktan sonra iki hafta yürüyemediği halde, aile polisle başlarının daha fazla derde girmesini istemediği için şikayette bulunmamıştır.
Vahim olan, Türkiye’de Çingene’lere yönelik polis şiddetiyle ilgili hemen hiç şikayet yoktur. Çevrelerindeki nüfus kimlerden oluşursa oluşsun, adaletin uygulanması hususunda Çingene’lerin hep dezavantajlı konumda olduğu gözlenmiştir. Çingene’ler de bu gerçeğin farkında oldukları için devlete karşı mücadeleyi tercih etmemektedirler.
1998’de Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nun 3. Genel Tavsiyesi, Avrupa Konseyi üye ülkelerine “Roman’ların/ Çingene’lerin temel haklarına ilişkin davalarda adli mekanizmanın süratle ve eksiksiz olarak işlemesini temin etmek amacıyla uygun olan tedbirleri almak” çağrısında bulunmaktadır. ( 13 )
2006’da, Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Birliği’ndeki Roman kadınlarla ilgili kararı ile Roman kadınların şiddet olayları karşısındaki korunmasızlığı vurgulanmıştır. Yetkililerin, “Roman kadınlara karşı uygulanan yüksek düzeydeki insan hakları ihlallerini ivedilikle soruşturmak, sorumluları süratle cezalandırmak ve kurbanlara yeterli düzeyde tazminat temin etmeleri" gereğinin yanı sıra, “aile içi şiddet olaylarının kurbanı olan Roman’lara hizmet sağlamak için programlar geliştirmek ve Roman kadın ticaretine karşı özellikle tetikte” bulunmalarının önemine dikkat çekilmiştir. ( 14 )
3-Çingenelerin eğitimden dışlanması: Roman çocuklar, eğitime erişim hakkı konusunda da çeşitli ayrımcılıklara maruz kalır. “İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve devlet okullarında parasızdır” denilmesine rağmen, kıyafet, okul kitapları ve kırtasiye masraflarını karşılayamayan Roman çocuklar, eğitime devam etmekten mahrum kalır. Açık bir şekilde ihtiyaçları olmasına rağmen, Roman ailelere maddi yardım yapılması da genellikle söz konusu değildir. Özellikle kızların okulu bırakma oranı hayli yüksektir; bu durum, Türkiye’deki başka yoksul gruplar ve Avrupa’daki Çingene toplulukların eğitim çizgileriyle benzer bir tablo oluşturmaktadır. Artvin Şavşat’ta Fehamettin isimli bir Lom, araştırmacılara birkaç yıl önce kızının okulun en başarılı öğrencisi olduğunu söylemiştir. Buna karşın, okul yönetimi diploma töreni konuşmasını, söz konusu öğrencinin yapmasını engellemeye ve bu görevi onun yerine bir doktorun kızına vermeye çalışmıştır; bunun sebebi de Fehamettin’in kızının “Poşa” ve “yeterince düzgün” olmamasıdır.
Ailenin karşı çıkması üzerine, kızın konuşmayı yapmasına sonunda izin verilmiştir. İddialara göre, bölgedeki okulda çocuklar, A, B ve C sınıflarına ayrılmışlardır; "saygıdeğer" ailelerin çocukları A sınıfına giderken, “Poşa” çocukları, C sınıfına yollanmaktadır.
4- Çingenelerin işsizlik sorunu : Türkiye’deki Çingene grupları arasında işsizlik oranı son derecede yüksektir. Örneğin, Diyarbakır’da Dom Çingeneleri arasında ikinci ve üçüncü nesil işsizlik çok yaygındır ve işi olan genç erkeklerin sayısı, bölgedeki toplam 14.000 kişilik Dom nüfusun yüzde 1'idir. Görüşmeler sırasında araştırmacılara, Dom kadınların çalışma hayatında hiç yer almadığı söylenmiştir. Araştırmanın bulgularına göre, söz konusu işler, çoğunlukla Türkiye’de yaşayan pek çok başka insan için de söz konusu olduğu üzere, sigorta güvencesinden yoksundur. Vasıfsız ve düşük beceri gerektiren bu işler, Çingene olmayanlar tarafından etnik olarak “Çingene mesleği” diye sınıflandırılmış ve çoğu zaman "üçkağıt gerektirdiği" veya "karanlık bağlantıları" olduğu varsayılan işlerdir. Çingeneler, “geleneksel” olarak onlara ait sayılan kısıtlı bazı meslekler dışında iş bulmakta bir hayli güçlük çekmektedir, toplumdaki genel düşünce Çingenelerin “niteliksiz” çalışanlar olduğu yönündedir.
Çingeneler için var olan çalışma imkânları, şu başlıklar altında toplanabilir:
Hizmet sektörü: Sokakta çalışan ayakkabı boyacıları, hamallar, eski eşya toplayanlar, sepet satıcıları, tellaklar, kadınların gerek toptancı ve gerek perakende satışlarda ağırlıkta olduğu çiçek satıcıları, işportacılar ve bohçacılar, çöp toplayıcıları ve geri dönüşüm için malzeme toplayanlar, falcılar (özellikle turistik merkezlerde), diğer Roman gruplarla ticaret yapanlar, at tüccarları, fayton sürücüleri ( özellikle Marmara’daki adalarda, Ege ve Akdeniz’deki tatil merkezlerinde) ve arabacılar.
Tarım sektörü: Meyve ve sebze toplanmasında günlük tarım işçisi olarak çalışanlar, pamuk ve mantar toplayanlar (örneğin, Gaziosmanpaşa’daki bir grup İstanbul’daki lokantalar için mantar toplamaktadır).
Zanaatkârlık: Sepet örenler, bıçak yapanlar, metal işleyen ve demircilik yapanlar, “geleneksel” dişçilik (bazı Dom’lar arasında görülür), süzgeç yapanlar, çit yapanlar, zurna yapanlar.
Eğlence sektörü: Müzisyenlik ve dansçılık yapanlar, kuklacılar ( Karagöz oynatıcıları ),
hikâyeciler ve masal anlatanlar ( Diyarbakır’daki Dom’lar arasında yaygındır).
Endüstriyel sektör: Madenciler, endüstri ve el üretiminin çeşitli alanlarında çalışan işçiler (mekanik olarak yapılması pahalı olduğundan, elle kutulara kibrit doldurmak gibi “parça” işler) ve tekstil.
5- Sağlık ve sosyal güvenlik sisteminde yaşanan ayrımcılık: Üzücü bir örnek ise zamanında tıbbi müdahale yapılmaması nedeniyle hayatını kaybeden bir Roman’la ilgilidir. Y. isimli Roman, bacağına isabet eden bir kurşunla yaralanmış ve Tekirdağ Çerkezköy'deki devlet hastanesine getirilmiştir. Ancak müdahale için çağırılan genel cerrah, hastaneye gelip hastaya bakmayı reddetmiştir. Tanıklar, doktorun Roman hastanın etnik kökeniyle ilgili ırkçı sözler sarf ettiğini iddia etmektedir. Hastanede yaralıya müdahale edebilecek başka bir cerrah bulunmadığından, hasta yakındaki başka bir hastaneye götürülmek zorunda kalmış, fakat yolda kan kaybından ölmüştür. Merhumun karısı tarafından, ayrımcılık yapıldığı iddiasıyla cerraha karşı suç duyurusunda bulunulmasına rağmen davanın ilerleyen dönemlerinde tanıklar, ırkçılık kastını kanıtlayabilecek derecede sağlam olan ifadelerini değiştirmişlerdir. Bartın’da Aladağ mahallesindeki yaşlı bir kadın, hastanelerde insanların kendilerini kasti olarak uzak tutmaya çalıştıklarını söylemiştir. “Ne kadar temiz pak giyinirsek giyinelim, çalışanlar bize aynı hizmeti vermiyor ve eğer yanlarına oturursak, diğer hastalar bir sandalye ileri kayıyorlar; ne yapsak kötü bir şöhretimiz var” diye konuşmuştur. Bir başka olayda da, Roman kadınların doğumhanede tecrit edildiği bildirilmiştir. Tekirdağ’ın Aydoğdu mahallesinden bir Roman kadın, yaklaşık bir yıl önce hastanede "Çingene" kadınların tutulduğu ayrı bir doğum odasına götürüldüğünü söylemiştir. Roman’lardan , ambulansların Çingene mahallelerindeki olaylarda hizmet vermeyi reddettiklerine dair duyumlar da alınmıştır. Kırklareli’nde görüşülen bir kişi, yakın zamanda Yayla mahallesi yakınlarında meydana gelen bir olayda itfaiyecilerin duruma müdahale etmeleri için yapılan çağrıya kulak asmadıklarını dile getirmiştir.
Adnan adlı başka bir Roman da, bu konuşmaya acil durumlarda mahalleye ambulans gelmediği ve hastaları bölgedeki hastaneye üzerlerine battaniye sarıp, at arabalarına koyarak götürmek zorunda kaldıklarından yakınarak katılmıştır.
Kağıthane'de gözlerden ırak bir arsada yaşayan genç bir Çingene kadın şöyle demektedir; "Bize pis diyorlar, nasıl temiz olalım hergün sizin çöplerinizi temizliyoruz. Bodrum'da süslü kokanalar yılda bir kez yatlarla çöp toplamaya çıkıyorlar, yaza yaza bitiremiyorsunuz. Oysa biz bütün yıl hep çöp toplarız. Hiç görmezsiniz bizi. Kel kuşları (kelaynak) bilem korursunuz. Çingeneleri de korumaya alsanız ne olur ki?"
Tarih boyunca kötü işleri yapmak hep Çingene’lerin kaderi olmuştur. Örnek olarak cellatlık, Çingene’lerle özdeşleşmiştir. Ölüm hükmünü veren beyaz tenli vatandaşların vicdanları, ifa görevini Çingene’lere vererek rahatlamış mıdır? İdamın vebali esmer vatandaşlarımız diye anılan Çingene’lerin boynuna olunca, günahlardan arınılmış mıdır ? Hatırlanacak olursa Menderes’in ipini çeken de bir Çingene’dir.
Nazım Hikmet’in yazdığı şiirde , Çingene varsaydığı cellatın elini kıllı, siyah bir örümceğe benzetmesi de, büyük şairden beklenmeyecek bir önyargı içermektedir :
‘’ bir ipte sallanan bir ölü.
bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
fakat emin ol ki, sevgili,
zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar nazım’a! ‘’
bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
fakat emin ol ki, sevgili,
zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar nazım’a! ‘’
Roman’ların tarih boyunca çektikleri acıları anlatan milli marşları Djelem Djelem:
‘’ Yürüdüm yürüdüm uzun yollar boyu
Mutlu Roman’larla tanıştım
Uzaklara çok uzaklara gitiim
Eyyy Roman’lar eyyy cocuklar
Roman’lar nerden geldiyseniz
Şanslı yollar boyu çadırlarınız
Benimde büyük kalabalık bir ailem vardı
Kötü bir grup insan öldürdü onları
Gelin benimle dünya Roman’ları
Mutlu Roman’larla tanıştım
Uzaklara çok uzaklara gitiim
Eyyy Roman’lar eyyy cocuklar
Roman’lar nerden geldiyseniz
Şanslı yollar boyu çadırlarınız
Benimde büyük kalabalık bir ailem vardı
Kötü bir grup insan öldürdü onları
Gelin benimle dünya Roman’ları
Roman’ların yolunun açıldığı yerlere
Şimdi ayağa kalmak zamanıdır Roman’lar
Eyyyyy Roman’lar eeeeyyyy çocuklar ..! ‘’
Şimdi ayağa kalmak zamanıdır Roman’lar
Eyyyyy Roman’lar eeeeyyyy çocuklar ..! ‘’
Onların da diğer halklar gibi çok çeşitli olumlu gelenekleri vardır. Örneğin konukları karşısındaki cömertlikleri bunlardan biridir. Ya da , Çingenelerin oymak gelenekleri içinde topluluğun, kocası ölen bir kadının geçimini üstlenme geleneği örnek verilebilir . Herkes günlük kazancından kocası ölen kadının payını ayırıp verir. Çingeneleri küçümsemekten vazgeçip, onlardan örnek alabileceğimiz güzel geleneklerin olabileceğini (sanatı yaşamda öncelikli kılmak, toplumsal dayanışma) farkına varabilmek bir kazanımdır.
Çingene’ lere sürekli olarak zulüm edilen tarihe baktıktan sonra şu soruları sorsak: Nehirleri, denizleri onlar mı kirletti, ağaçların yerine binaları onlar mı dikti, küresel ısınmaya onlar mı sebep oldu? Gelecek kuşaklardan doğayı onlar mı çaldı? Savaşları onlar mı çıkardı? Ötekileştirilmek için dünyamıza karşı ne suç işlediler?
Makalemizde, Çingene’lere karşı yapılan ayrımcılığa dair tesbitler yapılmış ve insan hakları ihlallerine dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Bundan sonra, yukarıdaki sorulara, detaylı cevaplar, çözüm yolları arayabiliriz. Çingene vatandaşların karşı karşıya oldukları insan hakları ihlallerini durdurabilmek için toplum nezdinde ne tür duyarlılıklar geliştirebiliriz konusunu ele alabiliriz. Alınabilecek önlemlerin önceliklerini tartışabiliriz. Bugün hemen Çingeneler için kullandığımız aşağılayıcı deyimleri bir daha kullanmamaya karar vererek algıyı pozitif yöne çevirmeye başlayabiliriz. Yetmiş iki buçuk millet deyişini ya bir daha kullanmayız ya da 73 millet diye kullanabiliriz ve artık bir toplumu buçuk görmenin ayıbını ortadan kaldırabiliriz.
KAYNAKLAR :
1- Nazım Alpman. Çingeneler (Başka Dünyanın İnsanları ). Ozan Yayıncılık. 1997
2- Dünya Çingeneler Kongresi, Londra: 1971
3- Pitts, M. (2006) DNA Surprise: Romani in England 440 years too early. British Archaeology
4- Donald (2007). Historical Dictionary of the Gypsies (Romanies) (2nd ed.). Scarecrow Press.
5- Kenrick, Donald (2007). Historical Dictionary of the Gypsies (Romanies) (2nd ed.). Scarecrow Press
6- http://www.romahistory.com/en/2-5-4.
7- http://trpress.com/cingeneler-kimdir-tarihi-kokeni-hakkinda-bilgiler
8- Silverman, Carol. “Persecution and Politicization: Roman (Gypsies) of Eastern Europe.” Cultural Survival Quarterly, Summer 1995. Helsinki Watch. Struggling for Ethnic Identity: Czechoslovakia’s Endangered Gypsies. New York, 1991.
9- Avrupa Roman Hakları Merkezi ( ERRC ), Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd) ve Edirne Roman Derneği ( EDROM ) tarafından gerçekleştirilen saha araştırması: ( Temmuz. 2006- Ocak.2008 )
10- Dictionnaire Larousse – Ansiklopedik Sözlük- Milliyet – 1993.
11- Avrupa Konseyi’nin Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu, Genel Tavsiye 3 Roman/Çingenelere karşı ırkçılık ve hoşgörüsüzlükle mücadele, Strazburg, 1998.
12- Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Birliği’ndeki Roman kadınlarla ilgili kararı P6_TA(2006)0244, paragraf 2.
13- Avrupa Konseyi’nin Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu, Genel Tavsiye 3, Roman/Çingenelere karşı ırkçılık ve hoşgörüsüzlükle mücadele, Strazburg, 6 Mart 1998. avsiyenin metni aşağıdaki adreste bulunabilir:
http://www.coe.int/t/e/human_rights/ecri/1-ECRI/3-General_themes/1- Policy_Recommendations/Recommendation_N3/1-Recommendation_n%C2%B03.asp.
http://www.coe.int/t/e/human_rights/ecri/1-ECRI/3-General_themes/1- Policy_Recommendations/Recommendation_N3/1-Recommendation_n%C2%B03.asp.
14- Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Birliği’ndeki Roman kadınlarla ilgili kararı P6_TA(2006)0244, paragraf 2.
7 Mart 2014 Cuma
Ayşe Füsun Gönül
She was graduated from Middle East Technical University- Economics department. She worked at international trade departments in private banking sector. She worked in non-governmental organizations as volunteer. Her experience in NGO’s is as follows: Education of women for local elections in Ka-Der –Ankara, Co-founder of Ankara Culture Council, Coordinator of a project about women health in province Ağrı, Preparation of shadow report ‘the situation of women in Turkey’ to United Nations, Member of Board of Directors in Middle East Technical University Alumni Association. She is still working on a project in local governments department of a political party and currently studying on Public Administration and Political Sciences masters degree programme at Atılım University.
|
GLOBALIZATION AND THE LOSS OF WOMEN RIGHTS IN THE GEOGRAPHY OF BROADENED MIDDLE EAST AND NORTH AFRICAN PROJECT
INTRODUCTION :
Human rights are no longer the internal problem of each country but within the interest area of global society . Within this frame it is accepted that global society can interfere the internal affairs of nation-states via United Nations for human rights problems.
Human rights are no longer the internal problem of each country but within the interest area of global society . Within this frame it is accepted that global society can interfere the internal affairs of nation-states via United Nations for human rights problems.
It’s interesting that Western countries interfere the human rights problems of countries which are located on the energy resources called Broader Middle East and North African Project region (BMENA ). The interference principles for human rights and democracy in Middle East & North African ( BMENA ) region has recorded with Alexandria Statement ( Arabian Reform Subject ) and G8 Sea Island Plan of Support for Reform documents in 2004.
It’s believed that the interference to the internal affairs of nation-countries on behalf of democracy is a proper action but its results are questionable. In this article the current democratic situation of the interfered countries and the loss of women rights in the BMENA project region will be analyzed. TO DEEPEN DEMOCRACY :
When we read the Alexandria Statement, we see the Arabian world’s declaration that they are in need of urgent political, economic, social and cultural reforms. They declared that Arab countries which have not ratified the following set of international and Arab agreements should do so now: the Universal Declaration of Human Rights, Civil and Political Rights Convention, International Covenant On Economic Social and Cultural Rights, all the international women rights agreements which eliminate the discrimination against women, Convention of the Rights Of the Child and the similar agreements under the headline of Unleashing Freedoms.
The below proposals pointed to women are important:
1- Developing micro and small enterprise funding programs to help solve the unemployment problem, while paying special attention to women.
2- Empowering women to participate in the national work force and to make use of their experience and qualifications.
3- Eradicating illiteracy, especially among women, in no more than ten years
In G8 Sea Island Plan of Support for Reform document which also takes the Alexandria Statement as reference we can see the commitments of G-8 countries to the countries located in BMENA region. These commitments are :
i- Expanding and improving education opportunities for girls and women, including by providing assistance to help local communities have access to learning centers and schools.
ii- Enhance support for business, entrepreneurship, and vocational training programs to help young people, especially women, expand their employment opportunities
iii- Supporting regional efforts to expand women's participation in political, economic, social, cultural, and educational fields and by enhancing their rights and status in society including by supporting training for women interested in running for elective office or establishing or operating an NGO; and bringing together women in leadership positions from G-8 countries and the region
Representative G-8 activities include :
- Italy provides technical assistance to, and support of, electoral processes in Afghanistan and Yemen.
- Canada supports Egyptian organizations working on issues of basic education and employment to include focus on the fuller participation of girls and women.
- France supports the development of women's rights in Morocco, Algeria, Tunisia, Jordan, Palestinian Territories and Lebanon in cooperation with UN Development Fund for Women (UNIFEM), in order to strengthen efforts to develop their participation in society and to make them aware of their rights.
- Germany is supporting partners in Jordan, Morocco, and Yemen in promoting gender equality, including through increasing women's access to professional opportunities and participation in public life.
- Japan is providing support to empower women in Jordan, Egypt, and the Palestinian Territories in order to enhance their leadership role in the society.
- The United States is funding regional women's campaign schools in North Africa, the Levant, and the Gulf that provide political skills training and assist women who wish to enter into electoral politics.
- The European Union supports the Arab Women Organization and the Jordanian Women's Union.
- Canada supports the development of centers in the Palestinian Territories providing a range of technical and vocational training opportunities for Palestinian women to improve their economic situation.
- The United States is supporting nine Junior Achievement student chapters, directing the business internship program for Arab women, and administering seminars for executives and mid-level managers in Bahrain, Egypt, Oman, Lebanon, UAE, Qatar, Saudi Arabia, Kuwait and Morocco.
The desire of Arabian world for democracy reforms and the proposals of G-8 countries sound very good but there is a contradiction between the proposals and current democratic situations of BMENA countries and this is a historical irony.
THE SITUATION OF HUMAN RIGHTS AND DEMOCRATIC LOSSES OF WOMEN
IN BMENA (BROADER MIDDLE EAST AND NORTH AFRICA ) REGION :
IN BMENA (BROADER MIDDLE EAST AND NORTH AFRICA ) REGION :
US interfered to Iraq in 2003 and 3.000.000 people died till withdrawal of America from this country in 2011. The number of widows is estimated as 1.000.000. These women live in very bad conditions. Government’s aid is very inadequate to survive. The number of orphans is approximately 4.000.000.- in Iraq.
The parties and groups under the hegemony of Shi’i region recommend men to marry two women in order to support these widows economically. There is ‘mutaa marriage’ in Shi’i culture ( men and women can marry for a period that they determine )
However the civil code providing equal rights for men and women in heritage and divorcement which was accepted in 1953 is ignored today. The women lost their civil rights. Shi’is give fetwa for women to cover their heads, not to walk alone and not to drive car. The women who cannot live under these conditions in Iraq escape to other Arabian countries and European countires and live as refugees. The resolutions of these women to survive are generally against human honour.
During the interference years of US, many women are abducted for prostitution to other countries. Today most of the women who are working in night clubs and similar places of Middle East countires are from Iraq. According to the estimations of Iraq Women Freedom Associaton , 4000 women are lost from 2003 till 2011. Twenty percent of these women were under the age of 18 when they were lost and there is no information for any of them. Families and tribes erase these women from their social memmories. Only 100 families among the families of these 4000 women reported their daughters as lost to the authorities. These women live as shadows. The former human rights vice prime minister Aida Ussayaran says that militia forces are responsible from rapes and some of the militias are from police organization and families do not want to send their girls to schools or they send the girls to schools with veil on their faces. She says that ‘I do not remember a period worser than today’ in her statement to Observer journal dated.08.October.2006
A news in New York Times dated.29.May.2007 about the refugees in Syria mentiones how women are miserable. In this news, Umm Hiba ( mother of Hiba ) says that she escaped to Syria with her father and daughter and they couldn’t find job as the other refugees and as they had to buy medicine for the diabetic father, Hiba started to work as a belly dancer in a night club . Hiba’s mother summarizes the tragedy of aggrieved women as ‘ WE LOST EVERYTHING IN THE WAR EVEN OUR HONOUR ’.
When US interfered Afghanistan , G.W.Bush’s wife Laura Bush commented that ‘Afghan women rescued !’ In the new Afghan Constitution it is written that ‘ men and women have equal rights and responsibilities according to law.’ Americans interpreted that new Afghan Constitution (consisted of 246 articles) provided equality between sexes. In reality the key point of the Constitutuon is ‘ A law cannot be against Shair’a. ’ The president of Afghanistan supreme court who is a mullah educated in Pakistan medresseh says that ‘Man has right to work’ and ‘woman has the right to obey to her husband! ’ Some of the women parliament members opposed to the new family law and caused marriage age of women to increase from nine to sixteen and they considered this result as a victory !
In Afghanistan twenty percent of girls can go to school.
In Egypt, Tunisian, Libya and other countries where there is the possibility of Muslum Brothers to come into power, the rights of women are becoming worser and will be worser . In these countries the women are forced to wear sheet and turban physycologically, Hamas forbids women to go to beaches, and there is the possibility of abolishment of mixed education. The danger of the placement of discrimination between men and women in all areas of life is possible.
Western countries are still planning to interfere other countries in BMENA geography on behalf of democracy and there will be a risk for the loss of women rights in these new intervened areas.
The parties and groups under the hegemony of Shi’i region recommend men to marry two women in order to support these widows economically. There is ‘mutaa marriage’ in Shi’i culture ( men and women can marry for a period that they determine )
However the civil code providing equal rights for men and women in heritage and divorcement which was accepted in 1953 is ignored today. The women lost their civil rights. Shi’is give fetwa for women to cover their heads, not to walk alone and not to drive car. The women who cannot live under these conditions in Iraq escape to other Arabian countries and European countires and live as refugees. The resolutions of these women to survive are generally against human honour.
During the interference years of US, many women are abducted for prostitution to other countries. Today most of the women who are working in night clubs and similar places of Middle East countires are from Iraq. According to the estimations of Iraq Women Freedom Associaton , 4000 women are lost from 2003 till 2011. Twenty percent of these women were under the age of 18 when they were lost and there is no information for any of them. Families and tribes erase these women from their social memmories. Only 100 families among the families of these 4000 women reported their daughters as lost to the authorities. These women live as shadows. The former human rights vice prime minister Aida Ussayaran says that militia forces are responsible from rapes and some of the militias are from police organization and families do not want to send their girls to schools or they send the girls to schools with veil on their faces. She says that ‘I do not remember a period worser than today’ in her statement to Observer journal dated.08.October.2006
A news in New York Times dated.29.May.2007 about the refugees in Syria mentiones how women are miserable. In this news, Umm Hiba ( mother of Hiba ) says that she escaped to Syria with her father and daughter and they couldn’t find job as the other refugees and as they had to buy medicine for the diabetic father, Hiba started to work as a belly dancer in a night club . Hiba’s mother summarizes the tragedy of aggrieved women as ‘ WE LOST EVERYTHING IN THE WAR EVEN OUR HONOUR ’.
When US interfered Afghanistan , G.W.Bush’s wife Laura Bush commented that ‘Afghan women rescued !’ In the new Afghan Constitution it is written that ‘ men and women have equal rights and responsibilities according to law.’ Americans interpreted that new Afghan Constitution (consisted of 246 articles) provided equality between sexes. In reality the key point of the Constitutuon is ‘ A law cannot be against Shair’a. ’ The president of Afghanistan supreme court who is a mullah educated in Pakistan medresseh says that ‘Man has right to work’ and ‘woman has the right to obey to her husband! ’ Some of the women parliament members opposed to the new family law and caused marriage age of women to increase from nine to sixteen and they considered this result as a victory !
In Afghanistan twenty percent of girls can go to school.
In Egypt, Tunisian, Libya and other countries where there is the possibility of Muslum Brothers to come into power, the rights of women are becoming worser and will be worser . In these countries the women are forced to wear sheet and turban physycologically, Hamas forbids women to go to beaches, and there is the possibility of abolishment of mixed education. The danger of the placement of discrimination between men and women in all areas of life is possible.
Western countries are still planning to interfere other countries in BMENA geography on behalf of democracy and there will be a risk for the loss of women rights in these new intervened areas.
C O N C L U S I O N :
In globalization reality, to give guidance to a country by another country or by international organizations can be acceptable if the human rights are not getting worser than before. The tragedic examples of Afghan and Iraq women constitute a historical irony with the sovereign countries’ interference on behalf of democracy.
The most acceptable action is that countries must fight for democracy by themselves.
The best expression for globalization is ‘ TO EAT A BREAKFAST OR TO BE A BREAKFAST’. Unfortunately the women of BMENA geography became the breakfast
of globalization.
The most acceptable action is that countries must fight for democracy by themselves.
The best expression for globalization is ‘ TO EAT A BREAKFAST OR TO BE A BREAKFAST’. Unfortunately the women of BMENA geography became the breakfast
of globalization.
R E S O U R C E S :
1- Alexandria Statement - March 2004
“Arab Reform Issues: Vision and Implementation” Bibliotheca Alexandrina
2- Sea Island G 8 Summit Document- Plan of Support for Reform- 2004
3- Gül Atmaca- Reporter- Article of BMENA & Women
4- Hüsnü Mahalli – Conversation- METU Alumni Ass. Bulletin- Nr: 213
5- Prof. Türkkaya Ataöv- Türksolu Bulletin –Nr. 264
“Arab Reform Issues: Vision and Implementation” Bibliotheca Alexandrina
2- Sea Island G 8 Summit Document- Plan of Support for Reform- 2004
3- Gül Atmaca- Reporter- Article of BMENA & Women
4- Hüsnü Mahalli – Conversation- METU Alumni Ass. Bulletin- Nr: 213
5- Prof. Türkkaya Ataöv- Türksolu Bulletin –Nr. 264
5 Mart 2014 Çarşamba
YEREL
YÖNETİMLER- KADINLARA YÖNELİK EĞİTİM
NOTLARI
2004 yılında Yerel
Seçimlerden önce Ka –Der Ankara Şubesi’nin
eğitim programı kapsamında
Ka-Der eğitmeni
olarak yaklaşık 80 kadına eğitim verdim. Eğitimler farklı
partilerin kadın kolları
üyelerine ve muhtar
adaylarına verildi. Kadınlardan 70 tanesi
siyasi partilere üyeydi, geriye kalanı
ise muhtar adayı
kadınlardı. Muhtar adayı kadınların
eğitimleri Ka-Der Ofisi’nde
verildi. Siyasi partilerde
eğitimimi tamamladıktan sonra
iki önemli konuyu
ajandama kaydettim :
Birincisi, siyasetle de uğraşsalar
kadınlar yerel yönetimler
hakkında yeterli bilgiye
sahip değillerdi. Yerel Yönetimlerin
kurumsal yapısı, yerel yöneticilerin
görevleri hakkında bilgilendirilmeye ihtiyaçları
vardı.
İkincisi ise nasıl
aday olacaklarını, nereye başvuracaklarını, aday olmak
için gereken şartları
bilmiyorlardı.
Eğitimin birinci aşamasında
Yerel Yönetimler’i anlattık. İkinci aşamada
ise nasıl aday
olacakları konusunda kadınları
yönlendirdik. Bu sürece aday
olmaları için cesaretlendirme konuşmaları da dahildi.
Eğitim, verimli
ve olumlu geçti. Bir
siyasi partinin toplantı
salonunda sabah eğitime
başlarken kaç kadının
aday olmak istediğini
sorduğumda, 4 kadın elini
kaldırdı. Akşam eğitim bittiğinde
ve aynı soruyu
sorduğumda 24 kadın
elini kaldırdı. Hepimiz bu
gelişmeyi içtenlikle ve
keyifle alkışladık.
Son muhtar adayı
eğitiminde ise eğitim
programının sonunda bir de baktık ki eğitimi bitirmiş, hızımızı alamamış
ve aday kadınlarla
sandık başlarını nasıl
koruyacağız diye strateji
tartışıyoruz. Bu gelişmeyi de
keyifle not ettik.
Bir diğer önemli
saptama ise kadınların
muhtarlık adaylığı için
daha cesaretli oldukları
yönündeydi. Siyasi partilerin
hevesli ve ehil
insanlara yol açmayan
yapıları içinde enerjilerini
tüketmek istemeyen kadınlar,
muhtarlık adaylığı söz konusu
olunca mücadele etmeyi
ve başarılı olabilmeyi
olası görüyorlardı.
Eğitimlerden
çıkartılan sonuç ; siyasetle uğraşan
veya uğraşmaya hevesli
kadınların eğitilmenin yanı
sıra, yönlendirilmeye ve cesaretlendirilmeye ihtiyaçları
olduğu yönündeydi. Böylesi teşvikler
Yerel Yönetimlerde binde bir
oranında temsil edilen
kadınların sayısını arttırmak
için küçük ama
önemli başlangıçlar olarak
göz ardı edilmemeliydi.
Ayşe Füsun GÖNÜL
24 Mart 2013 Pazar
K Ü R E S E L L E Ş M E VE G O K A P C O Ğ R A F Y A S I N D A G E R İ L E Y E N
K A D I N H A K L A R I
AYŞE FÜSUN GÖNÜL
Atılım Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Yüksek Lisans Öğrencisi
1982 yılında T.E.D. Ankara Koleji’nden, 1987 yılında ODTÜ İİBF- Ekonomi bölümünden mezun oldu. Bankacılık ve Sivil Toplum Kuruluşları’nda profesyonel yöneticilik yaptıktan sonra çalışma hayatını sona erdirip, sivil toplum gönüllüsü olarak görev yapmaya başladı.
Çalışmaları: Sivil Toplum Kuruluşlarında deneyimi; Ankara Kültür Konseyi’nin Kuruculuğu, KA-DER Ankara Şubesi Eğitmenliği, Ağrı ilinde ‘Kadın Sağlığı Projesi‘ Koordinatörlüğü, CEDAW Yürütme Kurulu’nda, Birleşmiş Milletlere ‘Türkiye’deki Kadının Durumu’ başlıklı Gölge Raporun Hazırlanması, O.D.T.Ü Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Üyeliği olarak özetlenebilir.
2002 tarihinde İsveç- Stockholm’de , Moderate Partinin Organizasyonu ile ‘AB & Turkiye’ konulu Konferans’a ‘Kıbrıs’ konusu ile, Norveç- Oslo’da, Westminster Vakfının Organizasyonu ile ‘Dünya Kadın Konferansı’na’, ‘Barış’ konusu ile konuşmacı olarak katıldı.
Halen bir siyasi partinin yerel yönetimler bölümünde muhtarlar üzerine bir araştırma yürütüyor ve Atılım Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Programına devam ediyor.
S U M M A R Y
GLOBALIZATION AND THE LOSS OF WOMEN RIGHTS IN THE GEOGRAPHY OF BROADENED MIDDLE EAST AND NORTH AFRICA PROJECT Western countries interfere the human rights problems of countries which are located on the energy resources called Broader Middle East and North African Project region (BMENA ). The interference principles for human rights and democracy in Middle East & North African ( BMENA ) region has recorded with Alexandria Statement ( Arabian Reform Subject ) and G8 Sea Island Plan of Support for Reform documents in 2004. US interfered to Iraq in 2003 and 3.000.000 people died till withdrawal of America from this country in 2011. The number of widows is estimated as 1.000.000. The number of orphans is approximately 4.000.000.- in Iraq. The parties and groups under the hegemony of Shi’i region recommend men to marry two women in order to support these widows economically. There is ‘mutaa marriage in Shi’i culture ( men and women can marry for a period that they determine ) However the civil code providing equal rights for men and women in heritage and divorcement which was accepted in 1953 is ignored today. The women lost their civil rights. Shi’is give fetwa for women to cover their heads, not to walk alone and not to drive car. During the interference years of US, many women are abducted for prostitution to other countries. Today the women who are working in night clubs and similar places of Middle East countires are from Iraq. In Afghanistan twenty percent of girls can go to school. In Egypt, Tunisian, Libya and other countries where there is the possibility of Muslum Brothers to come into power, the rights of women are becoming worser and will be worser . In these countries the women are forced to wear carsaf and turban physycologically, Hamas forbids women to go to beaches, and there is the possibility of abolishment of mixed education. The danger of the placement of discrimination between men and women in all areas of life is possible. The most acceptable action is that countries must fight for democracy by themselves. The best expression for globalization is ‘ TO EAT A BREAKFAST OR TO BE A BREAKFAST’. Unfortunately the women of BMENA geography became the breakfast of global interferences under the name of democracy.
G İ R İ Ş
Küreselleşme insan haklarına saygıyı devletlerin iç sorunu olmaktan çıkarmış ve küresel toplumun ilgi alanına sokmuştur. İnsan haklarına saygı ve demokrasi küresel ahlakın baş standardı haline gelmiştir. Bu çerçevede küresel toplumun, Birleşmiş Milletler aracılığı ile, ulus-devletlerin iç işlerine özellikle insani amaçlarla müdahale edebileceği fikri kabul görmektedir.
Batı dünyasının , insan hakları sorunlarına müdahale ettiği devletler arasında , enerji kaynaklarının iştah kabarttığı Orta Doğu ve Kuzey Afrika coğrafyası ülkeleri dikkat çekmektedir. Bu coğrafyada insan hakları ve demokrasi için müdahale ve GOKAP (Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi ) sürecinin, 2004 Mart’ında yayınlanan İskenderiye Deklarasyonu – Alexandria Statement ( Arap Reform Konusu : Vizyon ve Uygulama – Nihai Karar belgesi) ve 2004 Haziran’ında yayınlanan Sea Island ( G8 Reform Destek Planı) belgeleri ile başladığını ve kayıtlara geçtiğini görüyoruz.
Demokrasi adına ülkelerin iç işlerine müdahale etmenin insan hakları için doğru eylem olduğu öne sürülse de, sonuçlar tartışmaya açıktır. Bu makalede, demokrasi getirmek için müdahale edilen ülkelerin geldikleri durum ve özellikle kadınlarının kaybettiği haklar ve mağduriyetleri incelenecektir.
D E M O K R A S İ Y İ D E R İ N L E Ş T İ R M E K :
İskenderiye Deklarasyonu’nu okuduğumuzda Arap dünyasının siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel konuları içeren acil reform ihtiyacı içinde olduklarını beyan ettikleri sonucu çıkarılmaktadır. Bu reformların içinde özgürlükleri serbest bırakma başlığı altında, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Anlaşması, Uluslararası İktisadi, Sosyal ve Kültürel Haklar Anlaşması, Kadın Haklarına karşı bütün ayrımcılık çeşitlerini fesheden uluslararası tüm kadın hakları anlaşmaları, Uluslararası Çocuk Hakları Anlaşması ve benzeri uluslararası anlaşmaları imzalamamış olan Arap ülkelerinin anılan anlaşmaları imzalaması gerektiği belirtilmektedir. İskenderiye Deklarasyonu’nda Kadınlara Yönelik öneriler içinde :
İşsizlik sorunun çözümü için, kadınlar için özel önlem sağlamak suretiyle, mikro ve küçük işletmelere finansman programları geliştirmek,
Kadınların ulusal iş gücüne katılımını teşvik etmek ve onların tecrübe ve niteliklerinden yararlanmak,
Cehaleti ( özellikle kadınlar arasındaki ) önümüzdeki on yıl içinde yok etmek, örnekleri dikkat çekmektedir.
İskenderiye Deklarasyonu’nu da referans olarak alan Sea Island belgesi incelendiğinde, G-8 ülkeleri GOKAP coğrafyasındaki ülkelere taahhütlerde bulunmaktadırlar: Bu taahhütlerden bazıları :
Yerel toplulukların okul ve eğitim merkezlerine ulaşabilmelerine yardımcı olmak suretiyle, kız çocukları ve kadınlar için eğitim fırsatlarını iyileştirip yaygınlaştırmak ,
Genç ve özellikle kadın girişimcilerin iş olanaklarını geliştirmelerine yardım etmek için iş, girişimcilik ve mesleki eğitim programlarını desteklemek,
Bölgede siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve eğitim alanlarında kadının katılımını artırma ve kadının haklarını ve toplum içindeki konumlarını güçlendirme çabalarına destek sağlamak. Bunun için seçimlere katılacak veya sivil toplum örgütleri kurup idare edecek kadınlara eğitim desteği sağlamak ve G-8 ülkelerinde ve bölgede lider konumundaki kadınlarla bir araya getirmek.
• Temsili G-8 aktiviteleri olarak:
i- İtalya’nın Afganistan ve Yemen’de seçim süreçlerine teknik yardım ve destek sunması,
ii- Kanada’nın kadın ve genç kızların istihdama tam katılımı ve temel eğitimi konularında çalışan Mısır’lı örgütleri desteklemesi,
iii- Fransa’nın kadınların topluma katılımını sağlama ve hakları konusunda bilinçlendirme çabalarını güçlendirmek için Fas, Cezayir, Tunus, Ürdün, Filistin bölgesi ve Lübnan’daki kadın haklarının gelişimini BM Kadın Geliştirme Fonu ( UNIFEM ) ile işbirliği içinde desteklemesi,
iv- Almanya’nın Ürdün, Fas ve Yemen’de kadının mesleki fırsatlara erişimini ve kamu hayatına katılımını arttırarak cinsiyet eşitliği çabalarını desteklemesi,
v- Japonya’nın Ürdün, Mısır ve Filistin bölgelerinde kadına toplumdaki lider rollerini güçlendirmeleri için destek sağlaması,
vi- Birleşik Devletler’in, Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Körfez Bölgesinde siyasal beceri eğitimi veren ve seçim politikasına girmek isteyen kadınlara yardım eden bölgesel kadın seferberlik okullarına fon sağlaması,
vii- Avrupa Birliği’nin, Arap Kadın Örgütü ve Ürdün Kadın Sendikasını desteklemesi,
viii- Kanada’nın Filistin Bölgesinde, Filistinli kadınlara ekonomik durumlarını iyileştirmeleri için mesleki ve geniş çaplı teknik eğitim olanakları sağlayan gelişim merkezlerine destek vermesi,
ix- Birleşik Devletler’in, genç girişimcileri cesaretlendiren öğrenci meclislerine destek sağlaması , Arap kadınlarına yönelik mesleki stajyerlik programını yürütmesi ve üst ve orta düzey yöneticilere Bahreyn, Mısır, Umman, Lübnan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Fas’da seminerler düzenlemesi,
örnek verilebilir.
İskenderiye Deklarasyonu’nda Arap dünyasının reform konularının gerekliliğini hevesle dile getirdikleri ve Batının G-8 zirvesinde Sea Island Reform Destek Planı’nda Levant için kulağa hoş gelen demokrasi önerileri geliştirdikleri ve demokratikleşmeleri için müdahale ettikleri ülkelerin günümüzde geldikleri durum ise tarihi bir ironi oluşturmaktadır.
GOKAP (GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA PROJESİ) COĞRAFYASINDA İNSAN HAKLARI DURUMU VE KADINLARIN DEMOKRATİK KAYIPLARI :
Amerika’nın Irak’a müdahale ettiği 2003 yılından , ülkeden çekildiği 18 Aralık 2011 tarihine kadar üç milyon Irak’lı ölmüştür. Irak'ta dul kadın sayısı 1 milyon olarak tahmin edilmektedir. Bunlar çok zor koşullarda yaşamaktadır. Devlet yetersiz bir mali yardım yapmaktadır. Irak'ta 4 milyon civarında yetim çocuk bulunmaktadır. Şiilerin egemenliğindeki bölgelerde , parti ve gruplar erkeklere birden fazla kadın ile evlenmelerini tavsiye etmektedir. Böylece dul kadınların maddi anlamda yaşamalarına destek sağlanmaya çalışılmaktadır. Şiilikte 'mutaa' evliliği vardır ( erkek ve kadın belirledikleri bir süre için evlenebilmektedir). Irak’ta 1958’de kabul edilmiş olan; boşanma ve miras konularında kadın ve erkeğe eşit haklar sağlayan medeni kanuni din adamlarının çabasıyla hasıraltı edilmiş duruma gelmiştir. Şiiler, kadınların örtünmeden ve yalnız başına dışarı çıkmamaları , araba kullanmamaları için fetvalar yayınlamaktadır. Irak koşullarında yaşama şansı bulamayan genç kızlar ve dul kadınlar ise Suriye ve oradan da diğer Arap ülkelerine ya da AB ülkelerine kaçıp çok zor koşullarda yaşamaya çalışmaktadırlar. Savaş mağduru Irak’lı kadınların hayata tutunabilmeleri için yetkililerin veya kendilerinin buldukları çareler ise insan onuruna aykırıdır. ABD müdahalesi süresince güvenlik konusunda yaşanan boşluk ve mültecileşme yüzünden binlerce genç kadın fuhuş amaçlı olarak ülke içindeki başka bölgelere ya da komşu ülkelere kaçırılmıştır. Bugün Ortadoğu ülkelerinin pavyonlarında ve gece kulüplerinde çalışan kadınların çoğunluğu Irak’lı kadınlardır.Irak Kadın Özgürlük Örgütü’nün tahminlerine göre 2003 ile 2011 yılları arasında ülkede 4 bin genç kadın bu şekilde kaybolmuştur. Kendilerinden hiçbir haber alınamayan bu kadınların yaklaşık 5’te 1’inin kayboldukları zaman 18 yaşının altında oldukları belirtilmektedir. Aileler ve aşiretler de bu şekilde kaçırılan kadınları tam tarifiyle toplumsal hafızalarından silmektedirler. Öyle ki ülkede kadın örgütlerinin yaptığı araştırma sonucunda ortaya çıkarılan 4 bin kayıp genç kadın konusunda resmi makamlarla ulaşan şikayet sayısı 100’ü dahi bulmamaktadır. Söz konusu kadınlar birer hayalet gibi yaşamaktadırlar. Irak Eski İnsan Hakları Bakan Yardımcısı Aida Ussayaran, 8 Ekim 2006 tarihinde Observer gazetesine verdiği demeçte, tecavüzlerden milisleri sorumlu tutmakta ve ‘ Milisler arasında polis teşkilatından olanlar da var, aileler eli yüzü düzgün olan kızlarını okula bile göndermek istemiyorlar ya da peçesiz göndermiyorlar. Irak’lı kadınlar için bundan daha kötü bir dönem hatırlamıyorum’ demektedir. Suriye’deki sığınmacılarla ilgili olarak 29 Mayıs 2007 tarihli New York Times gazetesinde çıkan bir haber, işgal ve savaşın özellikle kadınları nasıl perişan ettiğini gözler önüne sermektedir. Yazıda Umm Hiba ( Hiba’nın annesi ) olarak geçen kadın, yaşlı babası ve genç kızıyla birlikte geçen baharda Suriye’ye kaçtıklarını ve bir çok Irak’lı sığınmacı gibi iş bulamadıklarını, şeker hastası babası için ilaç almaları gerektiğinden başkent Şam’daki gece kulüplerinden birinde Hiba’yı dansöz olarak çalıştırmak zorunda kaldıklarını anlatmakta ve yaşadıkları dramı şöyle ifade etmektedir : ‘ SAVAŞTA HER ŞEYİMİZİ KAYBETTİK, NAMUSUMUZU DA’ ABD Afganistan’a girdiğinde , o zamanki Başkan George W. Bush’un eşi Laura şu açıklamayı yapmıştır. : “Afgan kadınları artık kurtulmuştur!” Yeni Afgan Anayasasında “kadın ile erkeğin yasa önünde eşit hakları ve sorumlulukları olduğu” yazmaktadır.Amerika’lılar toplam 246 maddelik yeni Afgan Anayasasında cins eşitliğinin sağladığını öne sürmüşlerdir. Gerçekte, yeni Anayasanın anahtarı şundadır: Bir Anayasa maddesi hiçbir yasanın Şeriata aykırı olamayacağını söylemektedir. Afganistan Yüce Mahkemesinin Pakistan medreselerinde yetişmiş bir molla olan başkanı da bu maddeyi desteklemekte ve : “Erkeğin çalışma hakkı var, kadının da kocasına boyun eğme hakkı!” demektedir. Yeni aile yasasına kadın milletvekillerinden birkaçı müdahale etmişler ve kızlar için evlenme yaşını 9’dan 16’ya çıkarabilip ve bunu zafer saymışlardır.
Afganistan'da kadının adı bile yoktur . Örtünmek herkes için zorunludur. Okula giden kızların oranı % 20'yi geçmemektedir.
Tunus, Mısır, Libya ve Müslüman Kardeşlerin ikitdara gelme ihtimalinin olduğu tüm ülkelerde kadınlara yönelik davranışlar hep kötüleşiyor, kötüleşecektir. Bu ülkelerde kadınların türban ve çarşaf giyinmeleri psikolojik baskılarla zorunlu kılınmakta, Hamas kadınların plajlara gitmesine izin vermemekte , karma eğitimin ortadan kaldırılma ihtimali belirmektedir. Yaşamın tüm alanlarına kadın-erkek ayrımının yerleşmesi tehlikesine dikkat çekmek gereklidir. Demokrasi adına müdahale edilmek istenen başka ülkelerin kadınlarının da benzer hak kayıplarına uğrama ihtimalleri göz ardı edilmemelidir.
S O N U Ç
Küreselleşen dünyada bir ülkenin veya uluslararası bir kurumun demokrasi adına başka bir ülkeye yol göstermesi, yaptırım uygulaması müdahale edilen ülkede insan hakları geriye gitmiyor ise kabul edilebilir bir tutumdur . Irak ve Afgan kadınları için verilen örnekler , egemen ülkelerin demokrasi getireceğiz diye girdikleri ülkelerde yol açtıkları insanlık dramları açısından tarihi bir ironi oluşturmaktadır. En doğrusu ülkelerin dış müdahale olmaksızın, demokrasi savaşlarını kendi kendilerine vermeleridir. Küreselleşmenin en çarpıcı tanımlarından olan ‘ kahvaltı etmek veya kahvaltı olmak’ cümlesine göre , Doğunun kadınları küresel menfaat savaşlarında ne yazık ki iştah açıcı coğrafyanın ‘kahvaltılık malzemesi ’ olmuşlardır .
KAYNAKLAR :
İskenderiye Deklarasyonu (Bibliotheca Alexandria); Arap Dünyasında Reform Konuları 12-14 Mart, 2004
Sea Island Belgesi, G 8 Reform Destek Planı, 09.06.2004
Gül Atmaca- Muhabir- BOP ve Kadınlar Makalesi
Hüsnü Mahalli, Söyleşi, ODTÜ MD Dergisi, Sayı:213
Prof. Turkkaya Ataöv, Türksolu Dergisi, Sayı: 264
3 Aralık 2012 Pazartesi
TÜRKİYE’ NİN EN DOĞUSUNDA
KADIN OLMAK
8 Mart Dünya Kadınlar gününde bir ilimizi masaya yatırmaya ve o ilin
kadınlarının ne kadar çetin yaşam koşullarıyla mücadele ettiğini hissetmeye çalışmaya ne dersiniz?
Türkiye’nin en doğusunu, Ağrı’yı haritadan hatırlayın. Sonra:
Bir il düşünün; terör
nedeniyle köylerden kente verdiği göç yüzünden şehir profilini kaybetmiş, işsizlikle mücadele eden
ve büyük illere beyin göçü veren.
Bir il düşünün; kış aylarında - 33 derece dondurucu soğukta,
insanları hayatta kalabilme mücadelesi
veren.
Bir il düşünün; okulların yetersizliğinden veya ekonomik güçlüklerden ortalama 10.000 çocuk okula devam edememekte. Okula kaydolma şansı yakalayan öğrenciler ise ağır kış şartlarından, kapanan yollardan okula gidememekte.
Bir il düşünün; üniversite
sınavlarına giren her yüz öğrenciden, ancak beşi başarılı olabilmekte.
Bir il düşünün; ekonomik gelişme sıralamasında 81. sırada.
Bir il düşünün; Batıda sabah okunan
günlük gazeteler oraya ancak
öğle saatlerinde ulaşabilmekte.
Bir il düşünün;
sineması yok, o ilin dışına seyahat etmemiş insanlar
hayatları boyunca hiç sinema
filmi seyretmemiş.
Yaşam şartlarının bu
kadar zor olduğu bir ilde, bir de kadın
olmayı düşünün.
Bu ilde, bir kadın
ortalama 7 ila 10 çocuk doğurmakta. Doğum yapacağı tarihleri planlayabilse asla kardan kapanan yolların şehir hastanelerine ulaşımı engellediği kış aylarında
doğurmamayı ya da hiç
doğurmamayı tercih edecek.
Kadınların çoğu yasal olarak
nikahlanmamış ve kuma sorunu
yaşamakta.
Kadın olmanın bir
ülkenin değişik bölgelerinde farklı olabileceğini
düşünün. Ankara’da yaşayan bir kadının
en iyi okullarda okumak, sevebileceği bir işte çalışmak, kariyer yapmak, eşini seçebilmek, çocuğunu doğuracağı zamanı planlayabilmek gibi geniş bir yelpazeye yayılabilecek tercih hakları varken, Ağrı’da yaşayan kadınların, ailesinin evlenmesi için onaylayacağı
erkeği benimseyebilmek, okuryazar
olmak, eşinin ve çocuğunun elinin ekmek
tutmasının ötesinde hayalleri olmadığ›nı
düşünün.
Hayatın gülmeleri
için fazla fırsat tanımadığı bu kadınların
yetiştirdiği çocukları düşünün.
Annelerin bilinç ve mutluluk düzeyi arttıkça, yetişecek kuşakların ülke için nasıl kazanç olabileceğini düşünün.
Ayşe Füsun GÖNÜL
( Mart.2007 )
Odtülüler bülteni -
161
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)