8 Haziran 2015 Pazartesi

KADINLARIN TEMSİLİ : 2015 seçimlerine göre Parlamentoda 96 kadın vekil yer alacak. 2011 seçimlerinde 79 kadın vekil seçilmişti. Kadın temsil oranının % 14.5' dan % 17.5'a çıkması olumlu gözükebilir ama yetmez. AKP'nin TBMM'ye gönderdiği 254 vekilden 41'i kadın ( % 16 .5), CHP'nin 132 vekilinden 20'si kadın ( % 15.5 ), MHP' nin 82 vekilinden 4'ü kadın ( % 0.5 ), HDP'nin 82 vekilinden 31'i kadın ( % 38 ). Rakamlara bakınca Birleşmiş Milletler'in toplumsal cinsiyet eşitliğinde kritik eşik standardını ( bir grubun temsil edilebilmesi için belirlenen % 33 limiti ) bir tek HDP geçmiş gözüküyor. Bu tablonun diğer tüm partilere kadın siyaseti üretiminde yeni bir vizyon geliştirmeleri için ibret olmasını diliyorum. Eş başkanlık sistemini diğer partilerin, HDP'nin icadı gibi görüp uygulamaktan korkmalarına gerek olmadığını zaman gösterecektir diye düşünüyorum.

26 Ocak 2015 Pazartesi

MAKALELER
Ayşe Füsun Gönül 
afusun@gmail.com 
Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi 
& Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Mezunu 
ÇİNGENELER İÇİN UYGULANMAYAN HOŞGÖRÜ VE DEMOKRASİ (ÇİNGENELER: ÖTEKİLER) 

ÖZET: Makalemizde, insan haklarının uluslar arası kuruluşlar nezdinde güvence altına alındığı yüzyılımızda dahi küçümsenen, hakları korunmayan ve buçuk millet sayılan Çingene’ lere karşı yapılan ayrımcılığa dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Makalenin girişinde , Çingene’lerin tarihi gözden geçirilmiş, dünyada ve ülkemizde Çingene’lerin statüsü değerlendirilmiştir. II.Dünya Savaşı’nda uğradıkları soykırım ve bu soykırımı yazacak tarihçilerinin ve tanıtımını yapacak sinemacılarının olmaması nedeniyle, parçalanmalarının ( porajmos ) gözden kaçmasına dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Türkiye’de yaşayan Çingene’lerin karşılaştıkları insan hakları ihlalleri incelenirken, dilimize yerleşmiş : (( Çingene düğünü ( düzensiz, gürültülü patırtılı toplantı ) , Çingene kavgası ( önemsiz bir tartışmayla başlayıp konu değiştire değiştire büyüyen, bayağı laflar ve yakası açılmadık küfürlerle dolu kavga ), Çingene maşası ( aşağılanan, çirkin, kara kuru kişi ) , Çingene düğünü ( düzensiz, gürültülü patırtılı toplantı ) , Çingene parası ( bozuk para, ufaklık ) , Çingeneye beylik vermişler, önce babasını asmış ( ne oldum delisi soysuz kişi, eline yetki geçince en yakınlarına kötülük yapmakla işe başlar) gibi aşağılayıcı deyimler, tanımlamalar hatırlatılmıştır. Çingene’lerin günlük yaşamlarına dair tesbitlerin yapıldığı saha araştırmaları incelenmiş ve yaşadıkları insan hakları ihlallerine dair yaşanmış olaylara, i- Çingene’lerin yerleşim ve barınma hakkı, ii- Çingene gruplara karşı şiddet, iii- Çingenelerin eğitimden dışlanması, iv- Çingenelerin işsizlik sorunu, v- Sağlık ve sosyal güvenlik sisteminde yaşanan ayrımcılık üst başlıklarıyla yer verilmiştir. Çingene’liğin bir kültür olduğu ve yaşam felsefeleri ile insanlığa, çevreye, dünyaya zarar vermedikleri, barışçı ve sanatçı kimlikler taşıdıkları değerlendirmesinde bulunulmuştur. 
Anahtar kelimeler : Çingene, insan hakları, hoşgörü, demokrasi, sanat, neşe, barış 

Dilimizde bir tabir vardır. Bir konunun çok fazla sayıda kimliği kapsadığını anlatmak istediğimizde ’yetmiş iki buçuk millet’ deriz. Bu tabiri kullanırken buradaki buçuk milletin kimlerden oluştuğunu, kaç kişi aklına getirir bilinmez ama buçuk millet maalesef ‘çingenelerdir.’ Bu "buçuk" tanımlamasında bir şovenizm vardır.(1) 
Kimliklerini tam saymayıp, aşağıladığımız Çingeneler, yazılı kayıtlara göre XI. yüzyılda Hindistan’ın kuzeyinden, Anadolu’ya ve Avrupa’ya göç etmişlerdir. Özgür ruhlu bu insanlar, gittikleri her yerde fena muameleye maruz kalmışlar, dinsiz, uğursuz, hırsız, pis olmakla suçlanmış ve aşağılanmışlardır. Çingenelik aslında bir yaşam felsefesidir ve felsefenin temeli neşeye, şarkı söylemeye, dans etmeye ve özgürlüklerini doyasıya yaşamaya dayanır. 
Londra’da toplanan Dünya Çingeneler Kongresi’nde, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sında toplama kamplarında ve tüm Avrupa’da öldürülen Çingeneler için ‘Djelem Djelem’ şarkısı milli marş olarak kabul edilmiştir. Bu şarkının marşa benzemediği ve neden bir şarkının seçildiği sorusuna Çingeneler, ‘ Biz uygun adım yürümeye alışık insanlar değiliz, hep hür yaşadık ve hür yaşayacağız. Özgürlük ve müzik bizim kanımızda var.’ cevabını vermişlerdir.( 2 ) 
Verilen cevapta Çingene’lerin yaşam felsefesi yatmaktadır, aynı zamanda mesaj anti militarist bir ruh da içermektedir. Yaşam felsefelerini, özgürlük, mutluluk ve barış üzerine kurmuş olan Çingeneler, neden yüzlerce yıldır kültürlerini yerleşik düzen toplumlarına kabul ettirememişlerdir ve hor görülmüşlerdir? Neden ötekileştirilmişlerdir? Neden XXI. yüzyılda hâla insan hakları çerçevesinde, demokrasi ve hoşgörü kapsamına alınmamaktadırlar? 
Makale boyunca, dünyada ve Türkiye’de Çingenelere yapılan haksızlıklara dikkat çekilmeye çalışılacaktır. Alıntı yapılan kaynaklara göre kimi yerde Çingene kimi yerde de Roman kelimesi kullanılacaktır. Öncelikle Çingenelerin tarihine göz atmakta fayda vardır. Makalenin girişinde de değinildiği gibi, 1050 civarında Hindistan’ın kuzeyinden göç edip, İran ve Anadolu üzerinden dünyaya yayılan bir Hint-Avrupa halkıdır. Çingenelerin Hindistan'dan göçleri sürecinde , iki kola ayrıldıkları belirtilir. İlk kol, kuzeye yönelmiş, Kafkaslar, Karadeniz, Orta Avrupa, Balkanlar hattını izlemiştir. İkinci kol, Güneydoğu Anadolu, Irak, Suriye, Filistin, Mısır hattını takip etmiştir. Norveç’te, XI.yüzyıldan kalma kemiklerde Roman’ların DNA’larına rastlanmıştır. Bu bireylerin, Vikingler’in Doğu Akdeniz’den köle olarak getirdikleri Roman’ler oldukları tahmin edilmektedir. ( 3 ) 14 yy.da Roman’ler Balkanlar’a , 15.yy.da Almanya, Fransa, İtalya , İspanya, Portekiz’e, 16.yy.da Rusya Danimarka, İskoçya ve İsveç’e ulaşmışlardır. ( 4 ) Geçtikleri hemen her yerde topluluğun bir bölümü kalmıştır. Nereden geçerlerse geçsinler, nereye yerleşirlerse yerleşsinler maruz kaldıkları tüm kötü muameleye karşın kültürlerini aynen muhafaza etmişlerdir. 
İlk kez 1505’te İrlanda’da, 1514’te İngiltere’de nüfus kayıtlarına geçirilmişlerdir. Roman’ların göçebe yaşamları yerleşik toplumlarınkinden çok farklıdır. Bu yüzden çoğu zaman yerel halk tarafından, hırsızlık, büyücülük, çocuk kaçırma gibi eylemlerle suçlanmışlardır. 1545’te Augsburg Meclisi , bir Çingene öldürenin katil sayılmayacağını ilan etmiştir ancak Çingene’lere yönelik seri cinayetler artınca, kadın ve çocuk Çingene’lerin öldürülmesi yasaklanmıştır . Bohemya Krallığı’nda ise Çingene’lerin sağ kulaklarını kesme zorunlulukları vardır. (5) Hemen hemen hiçbir yerde istenmeyen Roman’lar, birçok ülkeden sürülmelerine karşın, bir süre sonra memleketlerine geri dönmeyi başarmışlardır. 
1758’de Avusturya’da Romanlar’a bir asimilasyon programı başlatılır. Hükümet çadırların yerine kalıcı barakalar yaptırır, Roman’lara seyahati yasaklar ve Roman çocuklarını, Roman olmayanlar tarafından büyütülmek üzere ailelerinden zorla alır. 1830’da Almanya’da da Roman çocuklar, Alman’lar tarafından yetiştirilmek üzere ailelerinden alınırlar. ( 6 ) 
1899’da Alman İmparatorluğu, ilk kez tüm Roman’ları kayıt altına almak için ‘Çingene İstihbarat Servisi’ni ‘ kurmuştur. Sinir hastalıkları doktoru ve saf ırk uzmanı Robert Ritter melez Çingeneleri kriminoloji ve asosyallik için olağanüstü bir malzeme olarak görmüş ve Roman’ların kısırlaştırılmalarını sorunun çözümü olarak önermiştir. 
1919’da Bulgaristan’da yaşayan Roman’lar, oy verme haklarını kullanamamalarını protesto etmek için bir konferans düzenlemişlerdir. ( 7 ) 
II.Dünya Savaşı’nda ise Yahudi’ler gibi Roman’lar da, Alman’lar tarafından büyük bir kıyıma uğratılırlar. 16 Aralık 1942'de SS şefi Heinrich Himmer tarafından çıkartılan kararda 'çingenelerin topyekün imhası' emredilir. Sayıları 800.000 ile 1.000.000 arasında olduğu tahmin edilen Roman’lar, çoluk çocuk aşağı ırktan oldukları gerekçesiyle Macaristan, Polonya ve Çekoslovakya’daki Nazi kamplarında yok edilirler ve bu soykırım, Roman halkı tarafından porajmos ‘parçalanmak’ olarak adlandırılmıştır . (8) Çingene’ler aynı zamanda 'tıbbi deneylerde kobay' olarak da kullanılmıştır. Naziler yalnız çingeneleri değil, üç kuşak ötesine kadar soyunda 'çingene' kanı taşıyanları da imha etmişlerdir. Ancak Roman’ların, yaşadıkları zulmü anlatacak tarihçileri, sinemacıları , güçlü lobileri ne yazık ki olmamıştır ve yaşadıkları katliamlar tarihin sayfalarında kaybolup gitmiştir. ( 9 ) 
II. Dünya Savaşı sonrası, Komünist merkez ve doğu Avrupa’da Roman’lar asimilasyona tâbi tutulmuşlar ve kültürel özgürlükleri kısıtlanmıştır. Bulgaristan’da, Roman lisanı ve Roman müziği kamuda yasaklanmıştır. Slovakya’dan, Macaristan’dan ve Romanya’dan onbinlerce Roman, Çek topraklarının sınırlarına yerleştirilmiş ve göçebe yaşam tarzları yasaklanmıştır ve statüleri aşağı sayılmıştır. Roman kadınları, nüfuslarını azaltmayı hedefleyen devlet politikasının gereği olarak kısırlaştırılmıştır. (10) 1990’ların başında Almanya, onbinlerce göçmeni Doğu Avrupa’ya sürgüne göndermiştir. Gönderilen göçmenlerin yüzde altmışı Roman’dır. 
TÜRKİYE’DEKİ ÇİNGENELERİN KARŞILAŞTIKLARI HAK İHLALLERİ 
Türkiye’de Çingeneler 1920’ler ve 1930’lardaki mübadeleler sırasında atalarına ‘daha güvenli bir mekan sunan’ Cumhuriyet’in vatandaşları olduklarını ve devlete olan sadakatlerini sıklıkla dile getirirler. Çingeneler için Türk devleti ile özdeşleşmek kimliklerinin en önemli parçası olsa da gerçekleştirilen saha araştırması boyunca ( 11 ) görüşülen kişilerin büyük bir çoğunluğu, ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini, Anayasa’nın garanti altına aldığı pek çok haktan çoğu zaman yararlanamadıklarını ve aşağılayıcı koşullar altında yaşamak zorunda kaldıklarını belirtmişlerdir. 
Türkiye’de etnik azınlıklara ilişkin resmi veriler kaydedilmediğinden, Türkiye’de yaşayan Çingenelerin (Romanlar, Domlar, Lomlar ve Göçebeler) sayısı halen tartışma konusudur. 1960’ların ortalarından beri, nüfus sayımlarında etnik kökene ilişkin soru bulunmamaktadır ve etnik nüfusa ilişkin sağlıklı sonuçlara ulaşılamamaktadır. Türkiye’li Çingene gruplarının sayısı üstüne akademik araştırmalar sınırlı ve oldukça yenidir. Türkiye’nin yedi bölgesindeki şehirleri kapsayan ERRC/ hYd/ EDROM araştırmasında görev alan araştırmacılar, bu sayının 4,5–5 milyon olduğunu tahmin etmektedir. Topluma dâhil etme sürecinin bir parçası olarak, Romanlarla Roman olmayanların durumlarını eğitim, istihdam, barınma, sağlık, sosyal hizmetler ve adalete erişim gibi alanlarda karşılaştıran istatistiki veri eksikliği giderilmelidir. 
Avrupa Çingene’leriyle kültür, dil ve ekonomik özellikler paylaşan bir grup olan Türkiye Roman’ları arasında, çoğu meslekleriyle tanımlanan birçok alt-grup ( sepetçiler, kalaycılar, bohçacılar, hamamcılar, hamallar, arabacılar vb) mevcuttur. 
Romanlar arasındaki sınıf sisteminde, müzisyenler ( İsveç ve Birleşik Krallık gibi diğer ülkelerin aksine ) çoğunlukla elit kesimdir. 
Çoğu Sünni Müslümandır, ancak özellikle ülkenin doğu kentlerinde ve İstanbul’un varoşlarında yaşayan göçmen ya da yerleşik pek çok Alevi Roman vardır. Çoğunlukla belirli mahallelerde otururlar, sosyal ve ekonomik açıdan ayrımcılığa maruz kalırlar ve Türkiye toplumunun genelinden ayrılmış durumdadırlar. 
Türkiye’de Çingenelere ilişkin algının ne kadar aşağılayıcı olduğu yerleşik deyimlerden de anlaşılabilmektedir. Dictionnaire Larousee’ da, (12 ) Çingene kelimesini açıklayan aşağılayıcı tanımlamalardan bazıları şöyledir: 
Çingene: açgözlü, arsızca, yüzsüzce davranan kişi 
Çingene çergesi: Derme çatma pis yer 
Çingene düğünü: Düzensiz, gürültülü patırtılı toplantı 
Çingene kavgası: Önemsiz bir tartışmayla başlayıp konu değiştire değiştire büyüyen, bayağı laflar ve yakası açılmadık küfürlerle dolu kavga 
Çingene maşası: Aşağılanan, çirkin, kara kuru kişi 
Çingene parası: Bozuk para, ufaklık 
Çingeneye beylik vermişler, önce babasını asmış : Ne oldum delisi soysuz kişi, eline yetki geçince en yakınlarına kötülük yapmakla işe başlar. 
Çingene ciğer pişirir, yemeden karnını şişirir: Yemeği bitmesin diye yemeden doyduğunu söyleyecek kadar cimri olan kişiyi betimlemek için kullanılan bu atasözü, Romanları cimrilik ve görgüsüzlükle özdeşleştirir. 
Çingene çergesinde musandıra ne arar: Yoksul kimseden ne beklenir ki, anlamındadır. 
Çingene’den çoban olmaz, Yahudi’den pehlivan: Çingene dürüst ve Yahudi cesur olmadığı için bunlar, sırasıyla, çoban ve pehlivan olamazlar. 
Çingen hesabı yapmak: Önemsiz, ufak şeyleri hesap etmek. 
Çingen çalar Kürt oynar: Uyumsuz ve karışık yer veya durumu ifade etmek için kullanılır. 
Yukarıda hatırlatılan deyimler, dilimize yerleşmiş, hepimizin farkında olmadan kullandığı aşağılayıcı tanımlamalardır ve maalesef ırkçılık dil ile güçlenir. 
Türkiye’de yaşayan Çingene’lerin karşılaştıkları hak ihlalleri aşağıdaki alt başlıklarda görülmektedir . (( Avrupa Roman Hakları Merkezi ( ERRC ), Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd) ve Edirne Roman Derneği ( EDROM ) tarafından gerçekleştirilen saha araştırması: ( Temmuz.2006- Ocak.2008 )) 
1- Çingene gruplara yerleşim ve barınma hakkı konusunda ayrımcılık: 
Türkiye’de farklı illerde yaşayan Çingeneler, barınma konusunda ayrımcılığa uğradıklarını belirtmişlerdir. Roman olmayan vatandaşların, Roman’ları mahalleden uzaklaştırmaya çalıştıkları örneklere rastlanmaktadır. Diyarbakır’ın Hançepek Mahallesi’nde yaşayanlar, 2000 kadar imza toplayarak Çingene’lerin mahalleden gönderilmesini talep eden bir dilekçeyi muhtara teslim etmişlerdir ancak muhtar imza verenleri desteklemeyi reddetmiştir. 
Avrupa Parlamentosu’nun Roman’larla ilgili kararı , AB üyesi ülkelere ‘gettolaşmaya ve iskân konusunda ayrımcı uygulamalara son vermek ve Roman’lara, alternatif sağlıklı evler bulabilmeleri için destek olmak ‘ çağrısında bulunmuştur. Türkiye, Çingene grupların iskân konusundaki sorunlarına eğilirken ilgili tavsiyeleri de dikkate almalıdır. 
2- Çingene gruplara karşı şiddet: Çingene vatandaşların en önemli şikayeti, güvenlik kuvvetlerinin kendilerini potansiyel suçlu olarak görmeleri, önyargılı davranmalarıdır. Ellili yaşlarının ortasında bir Dom Çingenesi olan Y.K araştırmacılara polis şiddeti ve keyfi göz altılarla ilgili olarak Diyarbakır’da gerçekleşmiş bir olayı anlatmıştır : Olay , surların içindeki kuyumcu dükkanları ve atölyelerin olduğu yerde gerçekleşmiştir. Hırsızlık olunca, polis hatırı sayılı bir Dom nüfusa sahip Hançepek Mahallesi’nin etrafını sarmış ve tüm erkekleri gözaltına almıştır. Yedi ya da sekiz saat sonra hepsi serbest bırakılmış, aralarından sadece Y.K dokuz gün boyunca bir açıklama yapılmaksızın gözaltında tutulmuştur. Bu süre zarfında, soğuk tazyikli suyla ıslatılma, dayak ve bileklerinden hücre duvarına kolları arkasında olduğu halde asılmak suretiyle işkence görmüştür. Onuncu gün, akrabalarının kendisini beklemekte olduğu sokağa atılmıştır. Y.K. bu sürecin herhangi bir anında kendisine bilgi verilmediğini, avukatla görüşme hakkı tanınmadığını ve hiçbir tıbbi muayenenin de yapılmadığını belirtmiştir. Y.K.’nın ifadesine göre çalınan altın, Dom olmayan hırsızlarca götürüldüğü İzmir’ de, sonradan ele geçirilmiştir. Gördüğü işkence ile ilgili şikayette bulunmaktan korkan Y.K. Dom’ların devletten ve çevredekilerden önyargılı ve ırkçı muamele gördüklerine inanmaktadır. 
İstanbul Kuştepe’de yaşayan C.B otobanın üzerinde çiçek satmakta iken motosikletli bir polisin bağırarak müdahale etmesi üzerine bulunduğu yeri terk etmeye çalışınca, polis memuru motosikletini üzerine sürmüştür. Bir sağlık ocağına götürülen C.B. yaralı olmasına rağmen sağlıklı olduğu yönünde bir rapor düzenlendikten sonra, gözaltına alınmış ve karakolda polis tarafından dövülmüştür. O gece ancak 01.00 sularında ailesine nerede olduğu bildirilmiş ve sabah saat 05.00 civarında, polis tarafından uyarılınca kaçmaya çalıştığı ve aranmakta olan başka bir sokak satıcısıyla karıştırıldığı dışında başka bir açıklama yapılmadan babasına teslim edilmiştir. C.B gözaltından çıktıktan sonra iki hafta yürüyemediği halde, aile polisle başlarının daha fazla derde girmesini istemediği için şikayette bulunmamıştır. 
Vahim olan, Türkiye’de Çingene’lere yönelik polis şiddetiyle ilgili hemen hiç şikayet yoktur. Çevrelerindeki nüfus kimlerden oluşursa oluşsun, adaletin uygulanması hususunda Çingene’lerin hep dezavantajlı konumda olduğu gözlenmiştir. Çingene’ler de bu gerçeğin farkında oldukları için devlete karşı mücadeleyi tercih etmemektedirler. 
1998’de Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nun 3. Genel Tavsiyesi, Avrupa Konseyi üye ülkelerine “Roman’ların/ Çingene’lerin temel haklarına ilişkin davalarda adli mekanizmanın süratle ve eksiksiz olarak işlemesini temin etmek amacıyla uygun olan tedbirleri almak” çağrısında bulunmaktadır. ( 13 ) 
2006’da, Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Birliği’ndeki Roman kadınlarla ilgili kararı ile Roman kadınların şiddet olayları karşısındaki korunmasızlığı vurgulanmıştır. Yetkililerin, “Roman kadınlara karşı uygulanan yüksek düzeydeki insan hakları ihlallerini ivedilikle soruşturmak, sorumluları süratle cezalandırmak ve kurbanlara yeterli düzeyde tazminat temin etmeleri" gereğinin yanı sıra, “aile içi şiddet olaylarının kurbanı olan Roman’lara hizmet sağlamak için programlar geliştirmek ve Roman kadın ticaretine karşı özellikle tetikte” bulunmalarının önemine dikkat çekilmiştir. ( 14 ) 
3-Çingenelerin eğitimden dışlanması: Roman çocuklar, eğitime erişim hakkı konusunda da çeşitli ayrımcılıklara maruz kalır. “İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve devlet okullarında parasızdır” denilmesine rağmen, kıyafet, okul kitapları ve kırtasiye masraflarını karşılayamayan Roman çocuklar, eğitime devam etmekten mahrum kalır. Açık bir şekilde ihtiyaçları olmasına rağmen, Roman ailelere maddi yardım yapılması da genellikle söz konusu değildir. Özellikle kızların okulu bırakma oranı hayli yüksektir; bu durum, Türkiye’deki başka yoksul gruplar ve Avrupa’daki Çingene toplulukların eğitim çizgileriyle benzer bir tablo oluşturmaktadır. Artvin Şavşat’ta Fehamettin isimli bir Lom, araştırmacılara birkaç yıl önce kızının okulun en başarılı öğrencisi olduğunu söylemiştir. Buna karşın, okul yönetimi diploma töreni konuşmasını, söz konusu öğrencinin yapmasını engellemeye ve bu görevi onun yerine bir doktorun kızına vermeye çalışmıştır; bunun sebebi de Fehamettin’in kızının “Poşa” ve “yeterince düzgün” olmamasıdır. 
Ailenin karşı çıkması üzerine, kızın konuşmayı yapmasına sonunda izin verilmiştir. İddialara göre, bölgedeki okulda çocuklar, A, B ve C sınıflarına ayrılmışlardır; "saygıdeğer" ailelerin çocukları A sınıfına giderken, “Poşa” çocukları, C sınıfına yollanmaktadır. 
4- Çingenelerin işsizlik sorunu : Türkiye’deki Çingene grupları arasında işsizlik oranı son derecede yüksektir. Örneğin, Diyarbakır’da Dom Çingeneleri arasında ikinci ve üçüncü nesil işsizlik çok yaygındır ve işi olan genç erkeklerin sayısı, bölgedeki toplam 14.000 kişilik Dom nüfusun yüzde 1'idir. Görüşmeler sırasında araştırmacılara, Dom kadınların çalışma hayatında hiç yer almadığı söylenmiştir. Araştırmanın bulgularına göre, söz konusu işler, çoğunlukla Türkiye’de yaşayan pek çok başka insan için de söz konusu olduğu üzere, sigorta güvencesinden yoksundur. Vasıfsız ve düşük beceri gerektiren bu işler, Çingene olmayanlar tarafından etnik olarak “Çingene mesleği” diye sınıflandırılmış ve çoğu zaman "üçkağıt gerektirdiği" veya "karanlık bağlantıları" olduğu varsayılan işlerdir. Çingeneler, “geleneksel” olarak onlara ait sayılan kısıtlı bazı meslekler dışında iş bulmakta bir hayli güçlük çekmektedir, toplumdaki genel düşünce Çingenelerin “niteliksiz” çalışanlar olduğu yönündedir. 
Çingeneler için var olan çalışma imkânları, şu başlıklar altında toplanabilir: 
Hizmet sektörü: Sokakta çalışan ayakkabı boyacıları, hamallar, eski eşya toplayanlar, sepet satıcıları, tellaklar, kadınların gerek toptancı ve gerek perakende satışlarda ağırlıkta olduğu çiçek satıcıları, işportacılar ve bohçacılar, çöp toplayıcıları ve geri dönüşüm için malzeme toplayanlar, falcılar (özellikle turistik merkezlerde), diğer Roman gruplarla ticaret yapanlar, at tüccarları, fayton sürücüleri ( özellikle Marmara’daki adalarda, Ege ve Akdeniz’deki tatil merkezlerinde) ve arabacılar. 
Tarım sektörü: Meyve ve sebze toplanmasında günlük tarım işçisi olarak çalışanlar, pamuk ve mantar toplayanlar (örneğin, Gaziosmanpaşa’daki bir grup İstanbul’daki lokantalar için mantar toplamaktadır). 
Zanaatkârlık: Sepet örenler, bıçak yapanlar, metal işleyen ve demircilik yapanlar, “geleneksel” dişçilik (bazı Dom’lar arasında görülür), süzgeç yapanlar, çit yapanlar, zurna yapanlar. 
Eğlence sektörü: Müzisyenlik ve dansçılık yapanlar, kuklacılar ( Karagöz oynatıcıları ), 
hikâyeciler ve masal anlatanlar ( Diyarbakır’daki Dom’lar arasında yaygındır). 
Endüstriyel sektör: Madenciler, endüstri ve el üretiminin çeşitli alanlarında çalışan işçiler (mekanik olarak yapılması pahalı olduğundan, elle kutulara kibrit doldurmak gibi “parça” işler) ve tekstil. 
5- Sağlık ve sosyal güvenlik sisteminde yaşanan ayrımcılık: Üzücü bir örnek ise zamanında tıbbi müdahale yapılmaması nedeniyle hayatını kaybeden bir Roman’la ilgilidir. Y. isimli Roman, bacağına isabet eden bir kurşunla yaralanmış ve Tekirdağ Çerkezköy'deki devlet hastanesine getirilmiştir. Ancak müdahale için çağırılan genel cerrah, hastaneye gelip hastaya bakmayı reddetmiştir. Tanıklar, doktorun Roman hastanın etnik kökeniyle ilgili ırkçı sözler sarf ettiğini iddia etmektedir. Hastanede yaralıya müdahale edebilecek başka bir cerrah bulunmadığından, hasta yakındaki başka bir hastaneye götürülmek zorunda kalmış, fakat yolda kan kaybından ölmüştür. Merhumun karısı tarafından, ayrımcılık yapıldığı iddiasıyla cerraha karşı suç duyurusunda bulunulmasına rağmen davanın ilerleyen dönemlerinde tanıklar, ırkçılık kastını kanıtlayabilecek derecede sağlam olan ifadelerini değiştirmişlerdir. Bartın’da Aladağ mahallesindeki yaşlı bir kadın, hastanelerde insanların kendilerini kasti olarak uzak tutmaya çalıştıklarını söylemiştir. “Ne kadar temiz pak giyinirsek giyinelim, çalışanlar bize aynı hizmeti vermiyor ve eğer yanlarına oturursak, diğer hastalar bir sandalye ileri kayıyorlar; ne yapsak kötü bir şöhretimiz var” diye konuşmuştur. Bir başka olayda da, Roman kadınların doğumhanede tecrit edildiği bildirilmiştir. Tekirdağ’ın Aydoğdu mahallesinden bir Roman kadın, yaklaşık bir yıl önce hastanede "Çingene" kadınların tutulduğu ayrı bir doğum odasına götürüldüğünü söylemiştir. Roman’lardan , ambulansların Çingene mahallelerindeki olaylarda hizmet vermeyi reddettiklerine dair duyumlar da alınmıştır. Kırklareli’nde görüşülen bir kişi, yakın zamanda Yayla mahallesi yakınlarında meydana gelen bir olayda itfaiyecilerin duruma müdahale etmeleri için yapılan çağrıya kulak asmadıklarını dile getirmiştir. 
Adnan adlı başka bir Roman da, bu konuşmaya acil durumlarda mahalleye ambulans gelmediği ve hastaları bölgedeki hastaneye üzerlerine battaniye sarıp, at arabalarına koyarak götürmek zorunda kaldıklarından yakınarak katılmıştır. 
Kağıthane'de gözlerden ırak bir arsada yaşayan genç bir Çingene kadın şöyle demektedir; "Bize pis diyorlar, nasıl temiz olalım hergün sizin çöplerinizi temizliyoruz. Bodrum'da süslü kokanalar yılda bir kez yatlarla çöp toplamaya çıkıyorlar, yaza yaza bitiremiyorsunuz. Oysa biz bütün yıl hep çöp toplarız. Hiç görmezsiniz bizi. Kel kuşları (kelaynak) bilem korursunuz. Çingeneleri de korumaya alsanız ne olur ki?" 
Tarih boyunca kötü işleri yapmak hep Çingene’lerin kaderi olmuştur. Örnek olarak cellatlık, Çingene’lerle özdeşleşmiştir. Ölüm hükmünü veren beyaz tenli vatandaşların vicdanları, ifa görevini Çingene’lere vererek rahatlamış mıdır? İdamın vebali esmer vatandaşlarımız diye anılan Çingene’lerin boynuna olunca, günahlardan arınılmış mıdır ? Hatırlanacak olursa Menderes’in ipini çeken de bir Çingene’dir. 
Nazım Hikmet’in yazdığı şiirde , Çingene varsaydığı cellatın elini kıllı, siyah bir örümceğe benzetmesi de, büyük şairden beklenmeyecek bir önyargı içermektedir : 
‘’ bir ipte sallanan bir ölü.
bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
fakat emin ol ki, sevgili,
zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar nazım’a! ‘’ 
Roman’ların tarih boyunca çektikleri acıları anlatan milli marşları Djelem Djelem: 
‘’ Yürüdüm yürüdüm uzun yollar boyu
Mutlu Roman’larla tanıştım
Uzaklara çok uzaklara gitiim
Eyyy Roman’lar eyyy cocuklar
Roman’lar nerden geldiyseniz
Şanslı yollar boyu çadırlarınız
Benimde büyük kalabalık bir ailem vardı
Kötü bir grup insan öldürdü onları
Gelin benimle dünya Roman’ları 
Roman’ların yolunun açıldığı yerlere
Şimdi ayağa kalmak zamanıdır Roman’lar
Eyyyyy Roman’lar eeeeyyyy çocuklar ..! ‘’ 
Onların da diğer halklar gibi çok çeşitli olumlu gelenekleri vardır. Örneğin konukları karşısındaki cömertlikleri bunlardan biridir. Ya da , Çingenelerin oymak gelenekleri içinde topluluğun, kocası ölen bir kadının geçimini üstlenme geleneği örnek verilebilir . Herkes günlük kazancından kocası ölen kadının payını ayırıp verir. Çingeneleri küçümsemekten vazgeçip, onlardan örnek alabileceğimiz güzel geleneklerin olabileceğini (sanatı yaşamda öncelikli kılmak, toplumsal dayanışma) farkına varabilmek bir kazanımdır. 
Çingene’ lere sürekli olarak zulüm edilen tarihe baktıktan sonra şu soruları sorsak: Nehirleri, denizleri onlar mı kirletti, ağaçların yerine binaları onlar mı dikti, küresel ısınmaya onlar mı sebep oldu? Gelecek kuşaklardan doğayı onlar mı çaldı? Savaşları onlar mı çıkardı? Ötekileştirilmek için dünyamıza karşı ne suç işlediler? 
Makalemizde, Çingene’lere karşı yapılan ayrımcılığa dair tesbitler yapılmış ve insan hakları ihlallerine dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Bundan sonra, yukarıdaki sorulara, detaylı cevaplar, çözüm yolları arayabiliriz. Çingene vatandaşların karşı karşıya oldukları insan hakları ihlallerini durdurabilmek için toplum nezdinde ne tür duyarlılıklar geliştirebiliriz konusunu ele alabiliriz. Alınabilecek önlemlerin önceliklerini tartışabiliriz. Bugün hemen Çingeneler için kullandığımız aşağılayıcı deyimleri bir daha kullanmamaya karar vererek algıyı pozitif yöne çevirmeye başlayabiliriz. Yetmiş iki buçuk millet deyişini ya bir daha kullanmayız ya da 73 millet diye kullanabiliriz ve artık bir toplumu buçuk görmenin ayıbını ortadan kaldırabiliriz. 

KAYNAKLAR : 
1- Nazım Alpman. Çingeneler (Başka Dünyanın İnsanları ). Ozan Yayıncılık. 1997 
2- Dünya Çingeneler Kongresi, Londra: 1971 
3- Pitts, M. (2006) DNA Surprise: Romani in England 440 years too early. British Archaeology 
4- Donald (2007). Historical Dictionary of the Gypsies (Romanies) (2nd ed.). Scarecrow Press. 
5- Kenrick, Donald (2007). Historical Dictionary of the Gypsies (Romanies) (2nd ed.). Scarecrow Press 
6- http://www.romahistory.com/en/2-5-4. 
7- http://trpress.com/cingeneler-kimdir-tarihi-kokeni-hakkinda-bilgiler 
8- Silverman, Carol. “Persecution and Politicization: Roman (Gypsies) of Eastern Europe.” Cultural Survival Quarterly, Summer 1995. Helsinki Watch. Struggling for Ethnic Identity: Czechoslovakia’s Endangered Gypsies. New York, 1991. 
9- Avrupa Roman Hakları Merkezi ( ERRC ), Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd) ve Edirne Roman Derneği ( EDROM ) tarafından gerçekleştirilen saha araştırması: ( Temmuz. 2006- Ocak.2008 ) 
10- Dictionnaire Larousse – Ansiklopedik Sözlük- Milliyet – 1993. 
11- Avrupa Konseyi’nin Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu, Genel Tavsiye 3 Roman/Çingenelere karşı ırkçılık ve hoşgörüsüzlükle mücadele, Strazburg, 1998. 
12- Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Birliği’ndeki Roman kadınlarla ilgili kararı P6_TA(2006)0244, paragraf 2. 
13- Avrupa Konseyi’nin Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu, Genel Tavsiye 3, Roman/Çingenelere karşı ırkçılık ve hoşgörüsüzlükle mücadele, Strazburg, 6 Mart 1998. avsiyenin metni aşağıdaki adreste bulunabilir:
http://www.coe.int/t/e/human_rights/ecri/1-ECRI/3-General_themes/1- Policy_Recommendations/Recommendation_N3/1-Recommendation_n%C2%B03.asp. 
14- Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Birliği’ndeki Roman kadınlarla ilgili kararı P6_TA(2006)0244, paragraf 2. 

7 Mart 2014 Cuma

Açıklama: C:\Users\afusun\Desktop\Compaq foto\profil foto 2.JPG 
Ayşe Füsun Gönül
 
She  was  graduated  from  Middle  East  Technical  University- Economics  department. She  worked  at  international  trade  departments   in  private  banking  sector.  She  worked  in  non-governmental  organizations  as  volunteer.  Her  experience  in  NGO’s  is  as  follows:  Education  of  women  for  local  elections  in  Ka-Der –Ankara, Co-founder of  Ankara Culture Council,  Coordinator  of  a  project   about  women  health  in  province  Ağrı, Preparation   of  shadow  report   ‘the situation of women in Turkey’  to  United  Nations,  Member  of  Board  of  Directors  in  Middle East  Technical  University  Alumni  Association. She  is  still  working  on  a  project  in  local  governments  department  of  a  political  party  and  currently  studying  on  Public  Administration  and  Political  Sciences  masters  degree  programme  at  Atılım  University.
   
GLOBALIZATION  AND  THE  LOSS  OF  WOMEN  RIGHTS  IN THE  GEOGRAPHY  OF  BROADENED MIDDLE  EAST  AND  NORTH  AFRICAN  PROJECT
INTRODUCTION : 
Human  rights  are no longer  the internal  problem  of  each  country  but  within the interest  area of  global  society .  Within  this  frame  it is accepted  that  global  society  can  interfere  the internal  affairs  of  nation-states  via United  Nations  for  human  rights  problems.
It’s  interesting  that  Western countries interfere the  human rights  problems  of  countries  which are  located  on  the  energy  resources   called  Broader Middle  East  and  North  African  Project  region (BMENA ).  The interference  principles  for  human rights  and  democracy  in  Middle East &  North African  ( BMENA ) region has  recorded   with  Alexandria  Statement ( Arabian  Reform  Subject )  and  G8 Sea Island Plan of Support for Reform documents  in 2004.
It’s  believed  that  the  interference  to the internal affairs  of  nation-countries  on behalf of democracy  is  a  proper  action  but  its  results  are  questionable. In  this  article  the  current  democratic  situation  of the interfered  countries and  the  loss of  women  rights  in the  BMENA project  region will be analyzed. TO  DEEPEN  DEMOCRACY :
When  we  read  the Alexandria  Statement,  we  see the  Arabian  world’s  declaration that  they are  in  need of  urgent  political, economic, social  and  cultural  reforms.   They  declared  that  Arab countries  which  have  not  ratified  the following set of international  and  Arab agreements should do so now: the Universal Declaration of Human Rights,  Civil and Political Rights Convention, International Covenant On Economic Social and  Cultural  Rights, all the international  women rights  agreements  which  eliminate  the discrimination  against  women,  Convention of the Rights Of  the  Child and the similar agreements  under  the headline of  Unleashing Freedoms.
The  below proposals  pointed  to women  are important:
1- Developing micro and small enterprise funding programs to help solve the unemployment problem, while paying special attention to women.
2- Empowering women to participate in the national work force and to  make use of their experience and qualifications.
3- Eradicating  illiteracy, especially among women, in no more than ten years
In  G8 Sea Island Plan of Support for Reform document  which  also takes the Alexandria Statement  as  reference  we can see the commitments  of  G-8 countries  to  the countries  located  in  BMENA region. These  commitments   are :
i- Expanding and improving education opportunities for girls and women, including by providing assistance to help local communities have  access  to  learning  centers  and schools.
ii- Enhance  support  for  business, entrepreneurship, and vocational  training programs to help young people, especially women, expand their employment opportunities
iii- Supporting regional efforts to expand women's participation in political, economic, social, cultural, and educational fields and by enhancing their rights and status in society including by supporting training for women interested in running for elective office or establishing or operating an NGO; and bringing together women in leadership positions from  G-8 countries and the region
Representative G-8 activities include : 
  1. Italy  provides technical assistance to, and support of, electoral processes in Afghanistan and  Yemen.
  2. Canada supports Egyptian organizations working on issues of basic education and employment to include focus on the fuller participation of girls and women.
  3. France supports the development of women's rights in Morocco, Algeria, Tunisia, Jordan, Palestinian Territories and Lebanon in cooperation with UN Development Fund for Women (UNIFEM), in order to strengthen efforts to develop their participation in society and to make them aware of their rights.
  4. Germany is supporting partners in Jordan, Morocco, and Yemen in promoting gender equality, including through increasing women's access to professional opportunities and participation in public life.
  5. Japan is providing support to empower women in Jordan, Egypt, and the Palestinian Territories in order to enhance their leadership role in the society.
  6. The United States is funding regional women's campaign schools in North Africa, the Levant, and the Gulf that provide political skills training and assist women who wish to enter into electoral politics.
  7. The European Union supports the Arab Women Organization and the Jordanian Women's Union.
  8. Canada supports the development of centers in the Palestinian Territories providing a range of technical and vocational training opportunities for Palestinian women to improve their economic situation.
  9. The United States is supporting nine Junior Achievement student chapters, directing the business internship program for Arab women, and administering seminars for executives and mid-level managers in Bahrain, Egypt, Oman, Lebanon, UAE, Qatar, Saudi Arabia, Kuwait  and  Morocco.
The  desire  of  Arabian world  for  democracy  reforms  and  the  proposals  of  G-8 countries  sound  very good  but  there  is a contradiction between  the  proposals  and current  democratic  situations  of  BMENA  countries  and  this  is  a historical  irony.
THE  SITUATION  OF   HUMAN  RIGHTS    AND   DEMOCRATIC  LOSSES   OF  WOMEN   
IN  BMENA  (BROADER  MIDDLE  EAST  AND  NORTH  AFRICA ) REGION :
US  interfered  to  Iraq  in  2003  and  3.000.000 people  died  till  withdrawal  of  America  from this country  in  2011.  The  number  of  widows  is  estimated  as  1.000.000. These  women  live  in very bad  conditions. Government’s  aid  is  very  inadequate  to survive.  The  number  of  orphans  is approximately  4.000.000.-  in  Iraq.
The  parties  and  groups  under the  hegemony  of  Shi’i  region  recommend  men  to marry  two  women in order  to support  these  widows  economically. There is  ‘mutaa marriage’  in Shi’i culture ( men and women can marry for a period  that they  determine )
However  the civil code  providing equal  rights  for men and women in  heritage  and  divorcement  which was  accepted in 1953  is  ignored  today. The women lost  their  civil  rights.  Shi’is  give  fetwa  for  women to cover  their  heads, not to walk alone and not to drive  car.  The  women who cannot  live  under  these  conditions  in Iraq  escape to other Arabian  countries  and  European  countires  and  live  as  refugees.  The  resolutions  of these  women to survive  are  generally  against  human  honour.
During  the  interference  years  of  US, many  women  are  abducted  for  prostitution  to other  countries.  Today  most  of  the  women who  are working  in  night clubs  and  similar  places of  Middle East  countires   are  from  Iraq.  According  to the estimations  of  Iraq  Women  Freedom  Associaton , 4000 women  are  lost  from  2003  till  2011.  Twenty  percent  of these  women were under the age of 18  when they were lost and there is  no information  for any of them.  Families and tribes erase these women from their  social  memmories. Only 100  families among  the  families of these  4000 women reported  their daughters  as  lost   to the  authorities. These  women  live  as shadows. The  former  human rights  vice prime minister  Aida Ussayaran  says that militia  forces  are  responsible  from  rapes and some of the militias are  from police organization and  families do not want to send their girls to schools or they send the girls to schools with  veil  on their  faces. She  says  that  ‘I do not remember a period worser than  today’  in  her  statement  to Observer journal  dated.08.October.2006
A  news  in New York Times dated.29.May.2007  about  the  refugees in Syria  mentiones  how  women are  miserable. In this  news, Umm Hiba ( mother of Hiba ) says that  she  escaped  to  Syria  with her father and daughter  and  they  couldn’t  find  job  as  the other  refugees  and  as  they  had to buy medicine for the diabetic father, Hiba started  to work as a belly dancer in a night  club . Hiba’s  mother  summarizes  the tragedy  of  aggrieved women  as ‘  WE  LOST  EVERYTHING  IN  THE  WAR  EVEN OUR  HONOUR ’.
When  US  interfered  Afghanistan , G.W.Bush’s  wife  Laura  Bush  commented  that  ‘Afghan  women  rescued !’  In the new  Afghan  Constitution  it is written  that ‘ men and women have equal  rights  and  responsibilities according  to law.’ Americans  interpreted  that  new  Afghan Constitution  (consisted  of  246  articles)  provided  equality between sexes.  In  reality  the key point of the Constitutuon is  ‘ A  law cannot  be  against  Shair’a. ’ The president of Afghanistan  supreme court  who  is  a mullah  educated  in  Pakistan  medresseh  says  that  ‘Man  has  right  to  work’ and  ‘woman  has  the right  to  obey  to her husband! ’ Some  of  the  women  parliament  members  opposed  to  the  new  family  law  and  caused  marriage  age  of  women  to  increase  from  nine to  sixteen and  they  considered  this  result as a victory !
In  Afghanistan  twenty  percent  of  girls  can  go  to  school.
In  Egypt, Tunisian,  Libya  and  other  countries  where there is the possibility  of  Muslum Brothers  to  come  into  power, the rights  of  women  are  becoming  worser  and  will be   worser . In these  countries  the  women  are  forced  to  wear  sheet  and  turban  physycologically,  Hamas  forbids  women  to go to  beaches, and  there  is  the  possibility  of abolishment  of  mixed  education. The  danger  of  the  placement of discrimination  between men and women in all areas  of life  is  possible.
Western  countries  are  still planning  to interfere  other  countries  in BMENA geography on behalf of democracy and  there  will  be  a risk  for the loss of  women rights in these new  intervened  areas.  
C O N C L U S I O N : 
In  globalization  reality,  to give  guidance  to a country  by  another country  or  by  international  organizations  can be acceptable  if  the  human rights  are not  getting  worser  than before.  The  tragedic  examples of  Afghan and  Iraq  women constitute  a historical  irony  with the  sovereign  countries’  interference  on behalf of democracy.
The most  acceptable  action  is  that  countries  must  fight  for  democracy by themselves.
The  best  expression  for  globalization is ‘ TO EAT  A  BREAKFAST  OR  TO BE  A BREAKFAST’.  Unfortunately  the  women of  BMENA geography  became  the  breakfast
of  globalization.
R E S O U R C E S :
1- Alexandria Statement - March 2004
“Arab Reform Issues: Vision and Implementation” Bibliotheca Alexandrina
2- Sea  Island  G 8  Summit  Document- Plan of Support for Reform- 2004
3- Gül  Atmaca- Reporter- Article  of  BMENA  &  Women
4- Hüsnü  Mahalli – Conversation- METU Alumni Ass. Bulletin- Nr: 213
5- Prof. Türkkaya  Ataöv- Türksolu  Bulletin –Nr. 264

5 Mart 2014 Çarşamba

YEREL  YÖNETİMLER- KADINLARA  YÖNELİK  EĞİTİM  NOTLARI  

2004  yılında  Yerel  Seçimlerden  önce  Ka –Der Ankara  Şubesi’nin  eğitim  programı  kapsamında   Ka-Der  eğitmeni  olarak  yaklaşık  80  kadına  eğitim  verdim. Eğitimler  farklı  partilerin  kadın  kolları  üyelerine  ve  muhtar  adaylarına  verildi. Kadınlardan 70  tanesi  siyasi  partilere  üyeydi, geriye  kalanı  ise  muhtar  adayı  kadınlardı. Muhtar  adayı  kadınların  eğitimleri  Ka-Der  Ofisi’nde  verildi.  Siyasi  partilerde  eğitimimi  tamamladıktan  sonra  iki  önemli  konuyu  ajandama  kaydettim :
Birincisi, siyasetle de  uğraşsalar  kadınlar  yerel  yönetimler  hakkında  yeterli  bilgiye  sahip  değillerdi. Yerel  Yönetimlerin  kurumsal  yapısı, yerel  yöneticilerin  görevleri  hakkında  bilgilendirilmeye  ihtiyaçları  vardı.
İkincisi  ise  nasıl  aday  olacaklarını, nereye  başvuracaklarını, aday  olmak  için  gereken  şartları  bilmiyorlardı.
Eğitimin  birinci  aşamasında  Yerel  Yönetimler’i  anlattık. İkinci  aşamada  ise  nasıl  aday  olacakları  konusunda  kadınları  yönlendirdik. Bu  sürece  aday  olmaları  için  cesaretlendirme  konuşmaları da  dahildi.
Eğitim, verimli  ve  olumlu  geçti. Bir  siyasi  partinin  toplantı  salonunda  sabah  eğitime  başlarken  kaç  kadının  aday  olmak  istediğini  sorduğumda, 4  kadın  elini  kaldırdı. Akşam  eğitim  bittiğinde  ve  aynı  soruyu  sorduğumda  24  kadın  elini  kaldırdı. Hepimiz  bu  gelişmeyi  içtenlikle  ve  keyifle  alkışladık.
Son  muhtar  adayı  eğitiminde  ise  eğitim  programının  sonunda  bir de baktık ki eğitimi  bitirmiş, hızımızı  alamamış  ve  aday  kadınlarla  sandık  başlarını  nasıl  koruyacağız  diye   strateji  tartışıyoruz. Bu  gelişmeyi  de  keyifle  not  ettik.  Bir  diğer  önemli  saptama  ise  kadınların  muhtarlık  adaylığı  için  daha  cesaretli  oldukları  yönündeydi.  Siyasi  partilerin  hevesli  ve  ehil  insanlara  yol  açmayan  yapıları  içinde  enerjilerini  tüketmek  istemeyen  kadınlar,  muhtarlık  adaylığı  söz konusu  olunca   mücadele  etmeyi  ve  başarılı  olabilmeyi  olası  görüyorlardı.

Eğitimlerden  çıkartılan  sonuç ; siyasetle  uğraşan  veya  uğraşmaya  hevesli  kadınların  eğitilmenin  yanı  sıra, yönlendirilmeye  ve  cesaretlendirilmeye  ihtiyaçları  olduğu  yönündeydi. Böylesi  teşvikler  Yerel  Yönetimlerde  binde bir  oranında  temsil  edilen  kadınların  sayısını  arttırmak  için  küçük  ama  önemli  başlangıçlar  olarak  göz ardı  edilmemeliydi. 

Ayşe  Füsun  GÖNÜL

24 Mart 2013 Pazar


K Ü R E S E L L E Ş M E   VE   G O K A P   C O Ğ R A F Y A S I N D A   G E R İ L E Y E N
K A D I N    H A K L A R I
AYŞE FÜSUN GÖNÜL
Atılım Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Yüksek Lisans Öğrencisi
1982 yılında T.E.D. Ankara Koleji’nden, 1987 yılında ODTÜ İİBF- Ekonomi bölümünden mezun oldu. Bankacılık ve Sivil Toplum Kuruluşları’nda profesyonel yöneticilik yaptıktan sonra çalışma hayatını sona erdirip, sivil toplum gönüllüsü olarak görev yapmaya başladı.
Çalışmaları: Sivil Toplum Kuruluşlarında deneyimi; Ankara Kültür Konseyi’nin Kuruculuğu, KA-DER Ankara Şubesi Eğitmenliği, Ağrı ilinde ‘Kadın Sağlığı Projesi‘ Koordinatörlüğü, CEDAW Yürütme Kurulu’nda, Birleşmiş Milletlere ‘Türkiye’deki Kadının Durumu’ başlıklı Gölge Raporun Hazırlanması, O.D.T.Ü Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Üyeliği olarak özetlenebilir.
2002 tarihinde İsveç- Stockholm’de , Moderate Partinin Organizasyonu ile ‘AB & Turkiye’ konulu Konferans’a ‘Kıbrıs’ konusu ile, Norveç- Oslo’da, Westminster Vakfının Organizasyonu ile ‘Dünya Kadın Konferansı’na’, ‘Barış’ konusu ile konuşmacı olarak katıldı.
Halen bir siyasi partinin yerel yönetimler bölümünde muhtarlar üzerine bir araştırma yürütüyor ve Atılım Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Programına devam ediyor.
S U M M A R Y
GLOBALIZATION AND THE LOSS OF WOMEN RIGHTS IN THE GEOGRAPHY OF BROADENED MIDDLE EAST AND NORTH AFRICA PROJECT Western countries interfere the human rights problems of countries which are located on the energy resources called Broader Middle East and North African Project region (BMENA ). The interference principles for human rights and democracy in Middle East & North African ( BMENA ) region has recorded with Alexandria Statement ( Arabian Reform Subject ) and G8 Sea Island Plan of Support for Reform documents in 2004. US interfered to Iraq in 2003 and 3.000.000 people died till  withdrawal of America from this country in 2011. The number of widows is estimated as 1.000.000. The number of orphans is approximately 4.000.000.- in Iraq. The parties and groups under the hegemony of Shi’i region recommend men to marry two women in order to support these widows economically. There is ‘mutaa marriage in Shi’i culture ( men and women can marry for a period that they determine ) However the civil code providing equal rights for men and women in heritage and divorcement which was accepted in 1953 is ignored today. The women lost their civil rights. Shi’is give fetwa for women to cover their heads, not to walk alone and not to drive car. During the interference years of US, many women are abducted for prostitution to other countries. Today the women who are working in night clubs and similar places of Middle East countires are from Iraq. In Afghanistan twenty percent of girls can go to school. In Egypt, Tunisian, Libya and other countries where there is the possibility of Muslum Brothers to come into power, the rights of women are becoming worser and will be worser . In these countries the women are forced to wear carsaf and turban physycologically, Hamas forbids women to go to beaches, and there is the possibility of abolishment of mixed education. The danger of the placement of discrimination between men and women in all areas of life is possible. The most acceptable action is that countries must fight for democracy by themselves. The best expression for globalization is ‘ TO EAT A BREAKFAST OR TO BE A BREAKFAST’. Unfortunately the women of BMENA geography became the breakfast of global interferences under the name of democracy.
G İ R İ Ş
Küreselleşme insan haklarına saygıyı devletlerin iç sorunu olmaktan çıkarmış ve küresel toplumun ilgi alanına sokmuştur. İnsan haklarına saygı ve demokrasi küresel ahlakın baş standardı haline gelmiştir. Bu çerçevede küresel toplumun, Birleşmiş Milletler aracılığı ile, ulus-devletlerin iç işlerine özellikle insani amaçlarla müdahale edebileceği fikri kabul görmektedir.
Batı dünyasının , insan hakları sorunlarına müdahale ettiği devletler arasında , enerji kaynaklarının iştah kabarttığı Orta Doğu ve Kuzey Afrika coğrafyası ülkeleri dikkat çekmektedir. Bu coğrafyada insan hakları ve demokrasi için müdahale ve GOKAP (Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi ) sürecinin, 2004 Mart’ında yayınlanan İskenderiye Deklarasyonu – Alexandria Statement ( Arap Reform Konusu : Vizyon ve Uygulama – Nihai Karar belgesi) ve 2004 Haziran’ında yayınlanan Sea Island ( G8 Reform Destek Planı) belgeleri ile başladığını ve kayıtlara geçtiğini görüyoruz.
Demokrasi adına ülkelerin iç işlerine müdahale etmenin insan hakları için doğru eylem olduğu öne sürülse de, sonuçlar tartışmaya açıktır. Bu makalede, demokrasi getirmek için müdahale edilen ülkelerin geldikleri durum ve özellikle kadınlarının kaybettiği haklar ve mağduriyetleri incelenecektir.
D E M O K R A S İ Y İ D E R İ N L E Ş T İ R M E K :
İskenderiye Deklarasyonu’nu okuduğumuzda Arap dünyasının siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel konuları içeren acil reform ihtiyacı içinde olduklarını beyan ettikleri sonucu çıkarılmaktadır. Bu reformların içinde özgürlükleri serbest bırakma başlığı altında, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Anlaşması, Uluslararası İktisadi, Sosyal ve Kültürel Haklar Anlaşması, Kadın Haklarına karşı bütün ayrımcılık çeşitlerini fesheden uluslararası tüm kadın hakları anlaşmaları, Uluslararası Çocuk Hakları Anlaşması ve benzeri uluslararası anlaşmaları imzalamamış olan Arap ülkelerinin anılan anlaşmaları imzalaması gerektiği belirtilmektedir. İskenderiye Deklarasyonu’nda Kadınlara Yönelik öneriler içinde :
İşsizlik sorunun çözümü için, kadınlar için özel önlem sağlamak suretiyle, mikro ve küçük işletmelere finansman programları geliştirmek,
Kadınların ulusal iş gücüne katılımını teşvik etmek ve onların tecrübe ve niteliklerinden yararlanmak,
Cehaleti ( özellikle kadınlar arasındaki ) önümüzdeki on yıl içinde yok etmek, örnekleri dikkat çekmektedir.
İskenderiye Deklarasyonu’nu da referans olarak alan Sea Island belgesi incelendiğinde, G-8 ülkeleri GOKAP coğrafyasındaki ülkelere taahhütlerde bulunmaktadırlar: Bu taahhütlerden bazıları :
Yerel toplulukların okul ve eğitim merkezlerine ulaşabilmelerine yardımcı olmak suretiyle, kız çocukları ve kadınlar için eğitim fırsatlarını iyileştirip yaygınlaştırmak ,
Genç ve özellikle kadın girişimcilerin iş olanaklarını geliştirmelerine yardım etmek için iş, girişimcilik ve mesleki eğitim programlarını desteklemek,
Bölgede siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve eğitim alanlarında kadının katılımını artırma ve kadının haklarını ve toplum içindeki konumlarını güçlendirme çabalarına destek sağlamak. Bunun için seçimlere katılacak veya sivil toplum örgütleri kurup idare edecek kadınlara eğitim desteği sağlamak ve G-8 ülkelerinde ve bölgede lider konumundaki kadınlarla bir araya getirmek.
• Temsili G-8 aktiviteleri olarak:
i- İtalya’nın Afganistan ve Yemen’de seçim süreçlerine teknik yardım ve destek sunması,
ii- Kanada’nın kadın ve genç kızların istihdama tam katılımı ve temel eğitimi konularında çalışan Mısır’lı örgütleri desteklemesi,
iii- Fransa’nın kadınların topluma katılımını sağlama ve hakları konusunda bilinçlendirme çabalarını güçlendirmek için Fas, Cezayir, Tunus, Ürdün, Filistin bölgesi ve Lübnan’daki kadın haklarının gelişimini BM Kadın Geliştirme Fonu ( UNIFEM ) ile işbirliği içinde desteklemesi,
iv- Almanya’nın Ürdün, Fas ve Yemen’de kadının mesleki fırsatlara erişimini ve kamu hayatına katılımını arttırarak cinsiyet eşitliği çabalarını desteklemesi,
v- Japonya’nın Ürdün, Mısır ve Filistin bölgelerinde kadına toplumdaki lider rollerini güçlendirmeleri için destek sağlaması,
vi- Birleşik Devletler’in, Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Körfez Bölgesinde siyasal beceri eğitimi veren ve seçim politikasına girmek isteyen kadınlara yardım eden bölgesel kadın seferberlik okullarına fon sağlaması,
vii- Avrupa Birliği’nin, Arap Kadın Örgütü ve Ürdün Kadın Sendikasını desteklemesi,
viii- Kanada’nın Filistin Bölgesinde, Filistinli kadınlara ekonomik durumlarını iyileştirmeleri için mesleki ve geniş çaplı teknik eğitim olanakları sağlayan gelişim merkezlerine destek vermesi,
ix- Birleşik Devletler’in, genç girişimcileri cesaretlendiren öğrenci meclislerine destek sağlaması , Arap kadınlarına yönelik mesleki stajyerlik programını yürütmesi ve üst ve orta düzey yöneticilere Bahreyn, Mısır, Umman, Lübnan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Fas’da seminerler düzenlemesi,
örnek verilebilir.
İskenderiye Deklarasyonu’nda Arap dünyasının reform konularının gerekliliğini hevesle dile getirdikleri ve Batının G-8 zirvesinde Sea Island Reform Destek Planı’nda Levant için kulağa hoş gelen demokrasi önerileri geliştirdikleri ve demokratikleşmeleri için müdahale ettikleri ülkelerin günümüzde geldikleri durum ise tarihi bir ironi oluşturmaktadır.
GOKAP (GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA PROJESİ) COĞRAFYASINDA İNSAN HAKLARI DURUMU VE KADINLARIN DEMOKRATİK KAYIPLARI :
Amerika’nın Irak’a müdahale ettiği 2003 yılından , ülkeden çekildiği 18 Aralık 2011 tarihine kadar üç milyon Irak’lı ölmüştür. Irak'ta dul kadın sayısı 1 milyon olarak tahmin edilmektedir. Bunlar çok zor koşullarda yaşamaktadır. Devlet yetersiz bir mali yardım yapmaktadır. Irak'ta 4 milyon civarında yetim çocuk bulunmaktadır. Şiilerin egemenliğindeki bölgelerde , parti ve gruplar erkeklere birden fazla kadın ile evlenmelerini tavsiye etmektedir. Böylece dul kadınların maddi anlamda yaşamalarına destek sağlanmaya çalışılmaktadır. Şiilikte 'mutaa' evliliği vardır ( erkek ve kadın belirledikleri bir süre için evlenebilmektedir). Irak’ta 1958’de kabul edilmiş olan; boşanma ve miras konularında kadın ve erkeğe eşit haklar sağlayan medeni kanuni din adamlarının çabasıyla hasıraltı edilmiş duruma gelmiştir. Şiiler, kadınların örtünmeden ve yalnız başına dışarı çıkmamaları , araba kullanmamaları için fetvalar yayınlamaktadır. Irak koşullarında yaşama şansı bulamayan genç kızlar ve dul kadınlar ise Suriye ve oradan da diğer Arap ülkelerine ya da AB ülkelerine kaçıp çok zor koşullarda yaşamaya çalışmaktadırlar. Savaş mağduru Irak’lı kadınların hayata tutunabilmeleri için yetkililerin veya kendilerinin buldukları çareler ise insan onuruna aykırıdır. ABD müdahalesi süresince güvenlik konusunda yaşanan boşluk ve mültecileşme yüzünden binlerce genç kadın fuhuş amaçlı olarak ülke içindeki başka bölgelere ya da komşu ülkelere kaçırılmıştır. Bugün Ortadoğu ülkelerinin pavyonlarında ve gece kulüplerinde çalışan kadınların çoğunluğu Irak’lı kadınlardır.Irak Kadın Özgürlük Örgütü’nün tahminlerine göre 2003 ile 2011 yılları arasında ülkede 4 bin genç kadın bu şekilde kaybolmuştur. Kendilerinden hiçbir haber alınamayan bu kadınların yaklaşık 5’te 1’inin kayboldukları zaman 18 yaşının altında oldukları belirtilmektedir. Aileler ve aşiretler de bu şekilde kaçırılan kadınları tam tarifiyle toplumsal hafızalarından silmektedirler. Öyle ki ülkede kadın örgütlerinin yaptığı araştırma sonucunda ortaya çıkarılan 4 bin kayıp genç  kadın konusunda resmi makamlarla ulaşan şikayet sayısı 100’ü dahi bulmamaktadır. Söz konusu kadınlar birer hayalet gibi yaşamaktadırlar. Irak Eski İnsan Hakları Bakan Yardımcısı Aida Ussayaran, 8 Ekim 2006 tarihinde Observer gazetesine verdiği demeçte, tecavüzlerden milisleri sorumlu tutmakta ve ‘ Milisler arasında polis teşkilatından olanlar da var, aileler eli yüzü düzgün olan kızlarını okula bile göndermek istemiyorlar ya da peçesiz göndermiyorlar. Irak’lı kadınlar için bundan daha kötü bir dönem hatırlamıyorum’ demektedir. Suriye’deki sığınmacılarla ilgili olarak 29 Mayıs 2007 tarihli New York Times gazetesinde çıkan bir haber, işgal ve savaşın özellikle kadınları nasıl perişan ettiğini gözler önüne sermektedir. Yazıda Umm Hiba ( Hiba’nın annesi ) olarak geçen kadın, yaşlı babası ve genç kızıyla birlikte geçen baharda Suriye’ye kaçtıklarını ve bir çok Irak’lı sığınmacı gibi iş bulamadıklarını, şeker hastası babası için ilaç almaları gerektiğinden başkent Şam’daki gece kulüplerinden birinde Hiba’yı dansöz olarak çalıştırmak zorunda kaldıklarını anlatmakta ve yaşadıkları dramı şöyle ifade etmektedir : ‘ SAVAŞTA HER ŞEYİMİZİ KAYBETTİK, NAMUSUMUZU DA’ ABD Afganistan’a girdiğinde , o zamanki Başkan George W. Bush’un eşi Laura şu açıklamayı yapmıştır. : “Afgan kadınları artık kurtulmuştur!” Yeni Afgan Anayasasında “kadın ile erkeğin yasa önünde eşit hakları ve sorumlulukları olduğu” yazmaktadır.Amerika’lılar toplam 246 maddelik yeni Afgan Anayasasında cins eşitliğinin sağladığını öne sürmüşlerdir. Gerçekte, yeni Anayasanın anahtarı şundadır: Bir Anayasa maddesi hiçbir yasanın Şeriata aykırı olamayacağını söylemektedir. Afganistan Yüce Mahkemesinin Pakistan medreselerinde yetişmiş bir molla olan başkanı da bu maddeyi desteklemekte ve : “Erkeğin çalışma hakkı var, kadının da kocasına boyun eğme hakkı!” demektedir. Yeni aile yasasına kadın milletvekillerinden birkaçı müdahale etmişler ve kızlar için evlenme yaşını 9’dan 16’ya çıkarabilip ve bunu zafer saymışlardır.
Afganistan'da kadının adı bile yoktur . Örtünmek herkes için zorunludur. Okula giden kızların oranı % 20'yi geçmemektedir.
Tunus, Mısır, Libya ve Müslüman Kardeşlerin ikitdara gelme ihtimalinin olduğu tüm ülkelerde kadınlara yönelik davranışlar hep kötüleşiyor, kötüleşecektir. Bu ülkelerde kadınların türban ve çarşaf giyinmeleri psikolojik baskılarla zorunlu kılınmakta, Hamas kadınların plajlara gitmesine izin vermemekte , karma eğitimin ortadan kaldırılma ihtimali belirmektedir. Yaşamın tüm alanlarına kadın-erkek ayrımının yerleşmesi tehlikesine dikkat çekmek gereklidir. Demokrasi adına müdahale edilmek istenen başka ülkelerin kadınlarının da benzer hak kayıplarına uğrama ihtimalleri göz ardı edilmemelidir.
S O N U Ç
Küreselleşen dünyada bir ülkenin veya uluslararası bir kurumun demokrasi adına başka bir ülkeye yol göstermesi, yaptırım uygulaması müdahale edilen ülkede insan hakları geriye gitmiyor ise kabul edilebilir bir tutumdur . Irak ve Afgan kadınları için verilen örnekler , egemen ülkelerin demokrasi getireceğiz diye girdikleri ülkelerde yol açtıkları insanlık dramları açısından tarihi bir ironi oluşturmaktadır. En doğrusu ülkelerin dış müdahale olmaksızın, demokrasi savaşlarını kendi kendilerine vermeleridir. Küreselleşmenin en çarpıcı tanımlarından olan ‘ kahvaltı etmek veya kahvaltı olmak’ cümlesine göre , Doğunun kadınları küresel menfaat savaşlarında ne yazık ki iştah açıcı coğrafyanın ‘kahvaltılık malzemesi ’ olmuşlardır .
KAYNAKLAR :
 İskenderiye Deklarasyonu (Bibliotheca Alexandria); Arap Dünyasında Reform Konuları 12-14 Mart, 2004
 Sea Island Belgesi, G 8 Reform Destek Planı, 09.06.2004
 Gül Atmaca- Muhabir- BOP ve Kadınlar Makalesi
 Hüsnü Mahalli, Söyleşi, ODTÜ MD Dergisi, Sayı:213
 Prof. Turkkaya Ataöv, Türksolu Dergisi, Sayı: 264

3 Aralık 2012 Pazartesi


TÜRKİYE’ NİN  EN  DOĞUSUNDA  KADIN  OLMAK

8 Mart Dünya Kadınlar  gününde bir ilimizi masaya yatırmaya ve o ilin kadınlarının ne kadar çetin yaşam  koşullarıyla  mücadele  ettiğini  hissetmeye  çalışmaya  ne dersiniz?

Türkiye’nin en  doğusunu, Ağrı’yı   haritadan hatırlayın. Sonra:

Bir il düşünün;  terör nedeniyle köylerden kente verdiği göç yüzünden şehir  profilini kaybetmiş, işsizlikle mücadele eden ve büyük illere beyin göçü veren.   

Bir il düşünün; kış aylarında - 33 derece dondurucu soğukta, insanları hayatta  kalabilme mücadelesi veren.

Bir il düşünün; okulların  yetersizliğinden  veya  ekonomik güçlüklerden ortalama  10.000 çocuk okula devam edememekte.  Okula kaydolma şansı  yakalayan öğrenciler ise  ağır kış  şartlarından, kapanan  yollardan okula gidememekte.

Bir il düşünün;  üniversite sınavlarına   giren her yüz öğrenciden, ancak beşi başarılı olabilmekte.

Bir il düşünün; ekonomik gelişme  sıralamasında  81. sırada.

Bir il düşünün; Batıda  sabah  okunan  günlük  gazeteler  oraya  ancak öğle saatlerinde  ulaşabilmekte.

Bir il düşünün;  sineması  yok, o ilin  dışına seyahat etmemiş  insanlar  hayatları  boyunca hiç sinema filmi  seyretmemiş.

Yaşam  şartlarının bu kadar zor  olduğu bir ilde, bir de kadın olmayı  düşünün.

Bu ilde,  bir kadın ortalama 7 ila 10  çocuk doğurmakta.  Doğum yapacağı  tarihleri planlayabilse  asla kardan kapanan yolların şehir  hastanelerine ulaşımı engellediği  kış  aylarında doğurmamayı   ya da hiç  doğurmamayı  tercih edecek.

Kadınların çoğu yasal olarak  nikahlanmamış  ve  kuma sorunu  yaşamakta. 

Kadın  olmanın bir ülkenin değişik  bölgelerinde farklı  olabileceğini  düşünün. Ankara’da yaşayan bir  kadının en iyi okullarda okumak, sevebileceği bir işte çalışmak, kariyer  yapmak, eşini seçebilmek, çocuğunu  doğuracağı  zamanı  planlayabilmek gibi geniş bir  yelpazeye  yayılabilecek  tercih hakları varken, Ağrı’da  yaşayan kadınların, ailesinin  evlenmesi  için  onaylayacağı  erkeği  benimseyebilmek, okuryazar olmak, eşinin ve çocuğunun  elinin ekmek tutmasının  ötesinde hayalleri olmadığ›nı  düşünün.

Hayatın  gülmeleri için fazla fırsat tanımadığı  bu kadınların yetiştirdiği  çocukları düşünün. Annelerin bilinç ve mutluluk düzeyi arttıkça, yetişecek  kuşakların  ülke için nasıl kazanç olabileceğini düşünün.

Ayşe Füsun GÖNÜL
( Mart.2007 )
Odtülüler  bülteni - 161